Edebiyatımızda iz bırakan 10 roman kahramanı
Roman, asırlar boyunca en çok ilgi gören, üzerinde konuşulup, tartışılan ve fikir üretilen; bunun yanı sıra birey-toplum etkileşiminin en yoğun biçimde yaşandığı bir yazınsal türdür. Okuyucu kimi zaman çok sevdiği roman kahramanlarıyla kendisini özdeştirir. Özellikle edebiyatımızda bazı kahramanlar vardır ki kurgudaki yeri, hayata olan bakışı ve psikolojik durumu itibariyla okuyucuda derin izler bırakmıştır. Edebiyat dünyamızda iz bırakan en etkileyici 10 kahramanını derledik.
Giriş Tarihi: 19.03.2020
09:41
Güncelleme Tarihi: 19.03.2020
10:48
Kürk Mantolu Madonna- Raif Efendi
Kitabın ilk elli sayfası haricinde, romanın ana karakteri ve asıl anlatıcısı Raif Efendi'dir. Baba mesleği olan sabunculuğun modern yöntemlerini öğrenmek için Berlin'e giden Raif Efendi, burada Maria Puder ile tanışır, ona aşık olur ve bu bütün hayatını değiştiren, hatta bir anlamda mahveden bir gelişme olur. Raif Efendi'nin en temel karakter özelliği son derece sıradan, içine kapanık, "biraz dünyadan uzak" bir adam olmasıdır. Dışarıdan önemsiz, bilgisiz, silik bir adam olarak gözüken Raif Efendi, ailesi dahil kimsenin gerçek anlamda tanımadığı, "etrafındakilere kendini tanıtmak için herhangi bir teşebbüste bulunmayacak" bir adam olarak tanımlanır ve kimseyle yakın bir ilişki kuramadığı için, hayatı boyunca yalnız bir yaşam sürer. Bu duruma tek istisna, Raif Efendi'nin Almanya'da tanışıp sevdiği Maria Puder olur. Bu ilişki sona erince kendisini dış dünyaya tamamen kapatmış, evlenip çocuk sahibi olmasına karşın kendi evinde bile bir yabancı gibi hareket etmeye başlamıştır. Sık sık hastalanan, soğuk havalarda hastalanacağını bile bile uzun yürüyüşlere çıkan Raif Bey, aradan on yıl geçmesine rağmen Maria Puder ile ilişkisinin etkisinden kurtulamaz. Buradaki temel neden, Raif Efendi'nin toplum standartları içinde, normal veya "başarılı" bir hayat sürdürebilecek özellikte bir insan olmaması olarak tanımlanabilir. İnsanlardan uzak, kendi halinde, hırsları olmayan bir adam olarak Raif Efendi, Maria Puder'i tüm benliğiyle sever, ve hayatının tek amacını, onunla mutlu bir hayat sürdürmek olarak belirler: Maria Puder, onun yalnızca sevdiği bir kadın olmaktan çıkmış, "yaşamak için kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğu bir insan" haline gelmiştir. Raif Efendi bu ilişki sona erdiğinde yalnızca ciddi bir hayal kırıklığı yaşamakla kalmaz, aynı zamanda hayatının amacını ve yaşama sevincini de tamamen kaybetmiş olur.
Tutunamayanlar- Turgut Özben
Mutsuz ve iletişimsiz bir evlilik hayatını süren inşaat mühendisi Turgut Özben, yakın arkadaşı Selim Işık'ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Özben, bu intiharı araştırmak için sevgilisi Günseli ve arkadaşları Süleyman Kargı, Esat ve Metin ile görüşür. Özben onun dünyasına girmeye çalışır ve hayatını bütünüyle kavramak istemektedir. Nitekim Selim'in yaşamındaki karanlık noktaları ve onu intihara götüren nedenleri öğrenir. Selim, yaşadığı düzenle, burjuva değerleriyle bağdaşamamış, bu nedenle toplumunda dışına itilmiş bir aydındır. Turgut, araştırmaları sürecinde kendini sorgulamaya başlar. Kendisinin de Selim'den farklı olmadığını görür. İç hesaplaşmalara sürüklenen Turgut her şeyini geride bırakarak evinden ayrılır, bir trene biner ve kaybolur.
Turgut Özben, düşüncelerinin akışı içinde kaybolan, kendi zihninin ürünü hayal arkadaşı Olric'le sohbetlere dalar. Hayatı Selim tarafından en fazla etkilenen karakterlerden. Selim'in aksine o, normal hayatı seçer, küçük burjuva yaşantısına kapılıp, evlenir, çocuk, iş, ev sahibi olur. Ama romanın sonunda eşini, çocuğunu terkeder. Kendiyle, benliğiyle bitmek bilmeyen mücadelesi de Özben soyadında kendisini belli eder zaten.
"Hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. Hiç bilmediği bir içkinin susuzluğu gibi bir duygu. Değişebilmek. Kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. Bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. Korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. Hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor. Barınamazsın o kovukta yabancı, diyor."
Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Hayri İrdal
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1961 yılında kitap olarak yayınlanan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" başlıklı romanının anlatıcısı ve başkahramanıdır. Çocukluğu II. Abdülhamit döneminde geçen İrdal'ın hayatta en çok sevdiği şey saatlerdir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın varlığı saatlerle özdeşleştirilir ve karakterin değişimi hayatına giren farklı saatlerle paralellik gösterir. Hayatını Halit Ayarcı'dan önce ve sonra olarak ikiye ayıran İrdal, Halit Ayarcı ile tanışmadan önce ustası Muvakkit Nuri Efendi'nin yanında çalışan, kendi halinde biridir. O dönemlerde yine kendi halinde, uysal, anlayışlı bir kadın olan Emine ile evlenir. Üç çocukları olur. Emine'nin vefat etmesini izleyen günlerde Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra dönüşüm geçirir. Nuri Efendi'nin etkisi altındayken Doğu'yu ve geleneği temsil eden bir karakterken, Halit Ayarcı ile tanışmasıyla birlikte onun etkisi altına girer ve Batı'ya yakınlaşır. Yaşadığı bu ikilemi hiçbir zaman çözemeyen İrdal, hem Doğulu olmanın hem de Batılı olmaya çalışmanın ortaya çıkardığı bir üründür. Dolayısıyla İrdal'ın bireyin kendine ve topluma yabancılaşarak boşlukta yüzen modern bireylerin temsilcisi olduğu söylenebilir. İrdal, eserin ilerleyen bölümlerinde Ayarcı'nın önderliğinde kurulan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün müdür yardımcılığını yapar. Eserde de bu enstitünün kuruluşundan dağıtılmasına kadar yaşanan süreci ayrıntılarıyla birlikte anlatır. Roman boyunca İrdal, iki farklı kutbu temsil eden iki karakter arasında gidip gelir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın hayatının özeti Muvakkit Nuri Efendi ve Halit Ayarcı karakterleri arasında savrulup durmasıdır ve yaşadığı çatışma bu karakterler bünyesinde daha derindir. İrdal bu savruluşu şu sözlerle ifade eder: "Nuri Efendi ve Halit Ayarcı… İşte benim hayat mekiğim bu iki kutup arasında dolaştı. Birisini çok gençken, insanlara ve hayata gözlerim henüz açıldığı sırada tanıdım. Öbürü her şeyden ümit kestiğim, hatta ömür defterimi tamamlanmış sandığım bir zamanda karşıma çıktı. Fakat bu ayrı meziyette, ayrı zihniyette insanlar bütün zaman ayrılıklarının üstünden hayatımda bir daha ayrılmamak şartıyla birleştiler. Ben onların bir muhassalasıyım" (Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 35).
Edebiyatına baktığımızda Ahmet Hamdi Tanpınar, Samuel Beckett, Albert Camus, Fyodor Dostoyevski etkilerini net olarak gördüğümüz Atılgan'ın Anayurt Oteli, 1963 yılında geçer ve 20 Ekim Pazar günü başlar, gün adları ile ilerler, 22 gün sonra 10 Kasım'da da sona erer.
Keçecizade ailesinin konağı 1923 yılında Anayurt Oteli'ne dönüştürülür. Annesi konağa besleme olarak gelen Zebercet de, tren istasyonuna yakın Anayurt Oteli' ne, babasının ardından yıllar sonra yetkili olur.
İlkokul mezunu, taşralı, para ile ilgili bir sıkıntısı olmayan, otelin dışında mağdur ama otelde tamamen farklı bir karakter olarak gördüğümüz Zebercet'in otelde bir kimliği vardır. Asıl konusu; kahraman ve kahraman karşısında toplumun iletişimsizliği olan Anayurt Oteli'nde okurla da iletişime geçmez Zebercet. Başkaları ile iletişim kurmaktansa ölümü tercih eden Zebercet'in asıl korkusu ölüm değil, başkaları ile iletişim kurmak ve onlar tarafından yargılanmaktır.
Mutlak yalnızlık, yalnızlıktan çıkma umudu ve hayal kırıklığı olmak üzere üç ana konuda ilerleyen Anayurt Oteli'nde, "Zebercet", "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın" ve "Otel" üç ana karakter olarak karşımıza çıkıyor.
Erken doğan Zebercet'in isminin konma anından başlayan hor görülme, çocukluğunda ve askerde yaşadıkları ile devam eder. Sonrasında "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"la beraber umut dönemi başlar. Böylece rutinin dışına çıkar, "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın düzgün iletişim kurması, teşekkür etmesi ile umuda kapılan Zebercet kendine yeni takım alır, bıyığını kestirir, ortalıkçı kadını uyandırmaz ve sigaraya başlar. "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın otele geri dönme umudunun bittiği anda hayal kırıklığı döneminde farklı eylemlere yönelir, içkili mekana, sinemaya gider. Umut döneminde horlanma yaşamazken hayal kırıklığı döneminde tekrar horlanmalar başlar ve ortalıkçı kadını öldürmesi de o dönemde gerçekleşir.
Puslu Kıtalar Atlası- Uzun İhsan Efendi
Uzun İhsan Efendi, İhsan Oktay Anar'ın, Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabında geçen karakterlerden biridir. Ayrıca yazarın Kitab-ül Hiyel ve Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı diğer iki kitabında da geçer. Yazar aslında bu karakterle kendisini de romanına sokmakta, kendisine gönderme yapmaktadır. Genelde bu karakter, yaşama dair felsefi sorunların dile getirildiği bir tip olarak ortaya çıkar. Bu kitaplardaki hikâyelerin akışında sürekli göz önünde değildir, her zaman görünmez. Puslu Kıtalar Atlasında, Uzun İhsan Efendi Rendekar dediği René Descartes'in (Dekart) felsefi meselesini sürdürür.
Puslu Kıtalar Atlası'nın asıl ana karakteridir Uzun İhsan Efendi. Bir garip pîri fânîdir. En önemli özelliği, sadece uyuyarak hakikati keşfedebileceğine dair inançlı duruşudur. Uyudukça uyur. Gizemli diyarlara rüya âleminde yolculuk eder. Bu yolculuklar kendisini o kadar cezbeder ki her türden uyku ilacı onun biricik besin kaynağı haline gelir.