Edebiyatımızda iz bırakan 10 roman kahramanı
Roman, asırlar boyunca en çok ilgi gören, üzerinde konuşulup, tartışılan ve fikir üretilen; bunun yanı sıra birey-toplum etkileşiminin en yoğun biçimde yaşandığı bir yazınsal türdür. Okuyucu kimi zaman çok sevdiği roman kahramanlarıyla kendisini özdeştirir. Özellikle edebiyatımızda bazı kahramanlar vardır ki kurgudaki yeri, hayata olan bakışı ve psikolojik durumu itibariyla okuyucuda derin izler bırakmıştır. Edebiyat dünyamızda iz bırakan en etkileyici 10 kahramanını derledik.
Giriş Tarihi: 19.03.2020
09:41
Güncelleme Tarihi: 19.03.2020
10:48
Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Hayri İrdal
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1961 yılında kitap olarak yayınlanan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" başlıklı romanının anlatıcısı ve başkahramanıdır. Çocukluğu II. Abdülhamit döneminde geçen İrdal'ın hayatta en çok sevdiği şey saatlerdir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın varlığı saatlerle özdeşleştirilir ve karakterin değişimi hayatına giren farklı saatlerle paralellik gösterir. Hayatını Halit Ayarcı'dan önce ve sonra olarak ikiye ayıran İrdal, Halit Ayarcı ile tanışmadan önce ustası Muvakkit Nuri Efendi'nin yanında çalışan, kendi halinde biridir. O dönemlerde yine kendi halinde, uysal, anlayışlı bir kadın olan Emine ile evlenir. Üç çocukları olur. Emine'nin vefat etmesini izleyen günlerde Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra dönüşüm geçirir. Nuri Efendi'nin etkisi altındayken Doğu'yu ve geleneği temsil eden bir karakterken, Halit Ayarcı ile tanışmasıyla birlikte onun etkisi altına girer ve Batı'ya yakınlaşır. Yaşadığı bu ikilemi hiçbir zaman çözemeyen İrdal, hem Doğulu olmanın hem de Batılı olmaya çalışmanın ortaya çıkardığı bir üründür. Dolayısıyla İrdal'ın bireyin kendine ve topluma yabancılaşarak boşlukta yüzen modern bireylerin temsilcisi olduğu söylenebilir. İrdal, eserin ilerleyen bölümlerinde Ayarcı'nın önderliğinde kurulan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün müdür yardımcılığını yapar. Eserde de bu enstitünün kuruluşundan dağıtılmasına kadar yaşanan süreci ayrıntılarıyla birlikte anlatır. Roman boyunca İrdal, iki farklı kutbu temsil eden iki karakter arasında gidip gelir. Diğer bir deyişle, İrdal'ın hayatının özeti Muvakkit Nuri Efendi ve Halit Ayarcı karakterleri arasında savrulup durmasıdır ve yaşadığı çatışma bu karakterler bünyesinde daha derindir. İrdal bu savruluşu şu sözlerle ifade eder: "Nuri Efendi ve Halit Ayarcı… İşte benim hayat mekiğim bu iki kutup arasında dolaştı. Birisini çok gençken, insanlara ve hayata gözlerim henüz açıldığı sırada tanıdım. Öbürü her şeyden ümit kestiğim, hatta ömür defterimi tamamlanmış sandığım bir zamanda karşıma çıktı. Fakat bu ayrı meziyette, ayrı zihniyette insanlar bütün zaman ayrılıklarının üstünden hayatımda bir daha ayrılmamak şartıyla birleştiler. Ben onların bir muhassalasıyım" (Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 35).
Edebiyatına baktığımızda Ahmet Hamdi Tanpınar, Samuel Beckett, Albert Camus, Fyodor Dostoyevski etkilerini net olarak gördüğümüz Atılgan'ın Anayurt Oteli, 1963 yılında geçer ve 20 Ekim Pazar günü başlar, gün adları ile ilerler, 22 gün sonra 10 Kasım'da da sona erer.
Keçecizade ailesinin konağı 1923 yılında Anayurt Oteli'ne dönüştürülür. Annesi konağa besleme olarak gelen Zebercet de, tren istasyonuna yakın Anayurt Oteli' ne, babasının ardından yıllar sonra yetkili olur.
İlkokul mezunu, taşralı, para ile ilgili bir sıkıntısı olmayan, otelin dışında mağdur ama otelde tamamen farklı bir karakter olarak gördüğümüz Zebercet'in otelde bir kimliği vardır. Asıl konusu; kahraman ve kahraman karşısında toplumun iletişimsizliği olan Anayurt Oteli'nde okurla da iletişime geçmez Zebercet. Başkaları ile iletişim kurmaktansa ölümü tercih eden Zebercet'in asıl korkusu ölüm değil, başkaları ile iletişim kurmak ve onlar tarafından yargılanmaktır.
Mutlak yalnızlık, yalnızlıktan çıkma umudu ve hayal kırıklığı olmak üzere üç ana konuda ilerleyen Anayurt Oteli'nde, "Zebercet", "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın" ve "Otel" üç ana karakter olarak karşımıza çıkıyor.
Erken doğan Zebercet'in isminin konma anından başlayan hor görülme, çocukluğunda ve askerde yaşadıkları ile devam eder. Sonrasında "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"la beraber umut dönemi başlar. Böylece rutinin dışına çıkar, "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın düzgün iletişim kurması, teşekkür etmesi ile umuda kapılan Zebercet kendine yeni takım alır, bıyığını kestirir, ortalıkçı kadını uyandırmaz ve sigaraya başlar. "Ankara'dan Gecikmeli Trenle Gelen Kadın"ın otele geri dönme umudunun bittiği anda hayal kırıklığı döneminde farklı eylemlere yönelir, içkili mekana, sinemaya gider. Umut döneminde horlanma yaşamazken hayal kırıklığı döneminde tekrar horlanmalar başlar ve ortalıkçı kadını öldürmesi de o dönemde gerçekleşir.
Puslu Kıtalar Atlası- Uzun İhsan Efendi
Uzun İhsan Efendi, İhsan Oktay Anar'ın, Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabında geçen karakterlerden biridir. Ayrıca yazarın Kitab-ül Hiyel ve Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı diğer iki kitabında da geçer. Yazar aslında bu karakterle kendisini de romanına sokmakta, kendisine gönderme yapmaktadır. Genelde bu karakter, yaşama dair felsefi sorunların dile getirildiği bir tip olarak ortaya çıkar. Bu kitaplardaki hikâyelerin akışında sürekli göz önünde değildir, her zaman görünmez. Puslu Kıtalar Atlasında, Uzun İhsan Efendi Rendekar dediği René Descartes'in (Dekart) felsefi meselesini sürdürür.
Puslu Kıtalar Atlası'nın asıl ana karakteridir Uzun İhsan Efendi. Bir garip pîri fânîdir. En önemli özelliği, sadece uyuyarak hakikati keşfedebileceğine dair inançlı duruşudur. Uyudukça uyur. Gizemli diyarlara rüya âleminde yolculuk eder. Bu yolculuklar kendisini o kadar cezbeder ki her türden uyku ilacı onun biricik besin kaynağı haline gelir.
İnce Memed'in çocukluğu Abdi Ağa'nın zulmü, altında geçmiştir. Babasını küçük yaşta kaybetmiş, annesi Döne ile Değirmenoluk köyünde yaşamaktadır. Abdi Ağa'nın, sevdiği kızı yeğenine nişanlaması üzerine, Hatçe'yi kaçırır. Peşinden gelen Abdi Ağa'yı yaralar, yeğenini ise öldürür. Bu olaydan sonra eşkıya olur. Abdi Ağa, Hatçe'yi hapse attırıp, annesi Döne'yi de öldürür. Hatçe'yi, Kozan Hapishanesi'ne götürülürken kaçırır. Bir çocukları olur, adını Memed koyarlar. Jandarmalarla çatışırken Hatçe vurularak ölür. Af çıkınca Memed de teslim olmayı düşünür. Fakat (…) "'Avrat yürekli Memed! Teslim mi olacaksın? Güzel Döne'nin kemikleri sızlar mezarda. Güzel Hatçemin kemikleri…'" derler bunun üzerine Abdi Ağa'yı bulur ve öldürür.
Romanın isminden de anlaşılacağı gibi, "Kuyucaklı" Yusuf kitabın ana karakteridir. Yusuf'un en dikkat çeken özelliği, hiçbir şeyle ilgilenmediği sanılacak kadar sakin, kayıtsız ve etrafından kopuk gözükmesidir. Sabahattin Ali, romanın başında "dünyanın en meraklı ve en hayret verecek hadisesin bile" bu durumu değiştiremeyecekmiş gibi durduğunu söyler, Yusuf'un herhangi bir konuda, "hissi bir tezahür gösterdiğine" kimsenin rastlamadığını belirtir. Kuyucak'tan geldikten sonra, etrafına karşı ciddi bir yabancılaşma yaşayan Yusuf, evdekiler tarafından da büyük ölçüde rahat bırakılır. Hatta, Salahattin Bey'in işleri ve içki meclisleri nedeniyle hiçbir zaman eve gelmemesinin de etkisiyle, henüz on beş – on altı yaşındayken evde en çok Yusuf'un sözü geçmeye başlar. Yusuf'un Edremit'te yaşadığı bu garip durum, karakterinde tuhaf bir çelişkinin ortaya çıkmasını sağlar. Bir yandan, etrafındaki insanları "bir türlü anlayamaz, onların içine karışamaz ve bu yönde hiçbir istek duymaz" ama öte yandan içinde korkunç bir yalnızlık, bir ait olma isteği bulunur. Berna Moran'ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış kitabındaki yorumu, Yusuf'un "soylu vahşi" profiline uyduğu yönündedir: Bu karakter yapısı, ideal bir insan olarak düşünülmüş, medeniyet tarafından "yozlaştırılmamış", para, güç, makam hırsları gibi etkenlerle bozulmamış karakterleri ifade eder ve dünya edebiyatında sık sık kullanılır