Arama

Edebiyatımızda iz bırakan 10 roman kahramanı

Roman, asırlar boyunca en çok ilgi gören, üzerinde konuşulup, tartışılan ve fikir üretilen; bunun yanı sıra birey-toplum etkileşiminin en yoğun biçimde yaşandığı bir yazınsal türdür. Okuyucu kimi zaman çok sevdiği roman kahramanlarıyla kendisini özdeştirir. Özellikle edebiyatımızda bazı kahramanlar vardır ki kurgudaki yeri, hayata olan bakışı ve psikolojik durumu itibariyla okuyucuda derin izler bırakmıştır. Edebiyat dünyamızda iz bırakan en etkileyici 10 kahramanını derledik.

  • 8
  • 10
Kuyucaklı Yusuf- Yusuf
Kuyucaklı Yusuf- Yusuf

Romanın isminden de anlaşılacağı gibi, "Kuyucaklı" Yusuf kitabın ana karakteridir. Yusuf'un en dikkat çeken özelliği, hiçbir şeyle ilgilenmediği sanılacak kadar sakin, kayıtsız ve etrafından kopuk gözükmesidir. Sabahattin Ali, romanın başında "dünyanın en meraklı ve en hayret verecek hadisesin bile" bu durumu değiştiremeyecekmiş gibi durduğunu söyler, Yusuf'un herhangi bir konuda, "hissi bir tezahür gösterdiğine" kimsenin rastlamadığını belirtir.

Kuyucak'tan geldikten sonra, etrafına karşı ciddi bir yabancılaşma yaşayan Yusuf, evdekiler tarafından da büyük ölçüde rahat bırakılır. Hatta, Salahattin Bey'in işleri ve içki meclisleri nedeniyle hiçbir zaman eve gelmemesinin de etkisiyle, henüz on beş – on altı yaşındayken evde en çok Yusuf'un sözü geçmeye başlar.

Yusuf'un Edremit'te yaşadığı bu garip durum, karakterinde tuhaf bir çelişkinin ortaya çıkmasını sağlar. Bir yandan, etrafındaki insanları "bir türlü anlayamaz, onların içine karışamaz ve bu yönde hiçbir istek duymaz" ama öte yandan içinde korkunç bir yalnızlık, bir ait olma isteği bulunur.

Berna Moran'ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış kitabındaki yorumu, Yusuf'un "soylu vahşi" profiline uyduğu yönündedir: Bu karakter yapısı, ideal bir insan olarak düşünülmüş, medeniyet tarafından "yozlaştırılmamış", para, güç, makam hırsları gibi etkenlerle bozulmamış karakterleri ifade eder ve dünya edebiyatında sık sık kullanılır

  • 9
  • 10
Tehlikeli Oyunlar- Hikmet Benol
Tehlikeli Oyunlar- Hikmet Benol

1971-73 yılları arasında Tehlikeli Oyunlar yazıldığı zaman, Oğuz Atay muhtemelen hayatının en mutsuz ve yalnız yıllarını geçirmektedir. Beyoğlu'nda bir eve kapanmış ve aralıksız yazmaktadır. Eşi Fikriye Hanım'dan ayrıldıktan sonra uzun süre birlikte olduğu Sevin Seydi onu terk edip Londra'ya taşınmıştır. Hatta kitabın otobiyografik özellikleri, kitabı yazdığı dönem tuttuğu günlüklerden de anlaşılabilir. Oğuz Atay kitaptaki karakterler yardımıyla neredeyse yaşadığı her şeyi eserine nakletmiştir. Tehlikeli Oyunlar kurgusal manada Tutunamayanlar'dan daha iyi bir roman olmasına rağmen, hep onun gölgesinde kalmıştır.

Kitapta, olayın nerede geçtiği, ne zaman geçtiği, insanların nereden gelip nerelere yerleştiği belli değildir. Atay günlüklerinde Hikmet Benol için şunları yazmış:

"Selim'le, (Tutunamayanlar) oldukça güç bir tip, yani olumlu insan bir bakıma denemiştim. Şimdi sürekli olumsuz bir tip düşünüyorum. Küçük hesapların olumsuzluğunu. Kimsenin okumadığı kitapları okuyan, kötü yaşayan bir adam. (…) Aşağılık bir adam. (…) Hikmet farkında. Fakat kötülüklerine engel olamıyor."

Hikmet Benol, eşi Sevgi'den ayrılarak fakir bir mahallede üç katlı izbe bir gecekonduda yaşamaya başlar. Komşuları Naciye Hanım ve Emekli Albay Hüsamettin Tambay, Hikmet'in dünyasını oluşturur. Hikmet gürültülü komşularının arasında geçmişini, kimliğini, çevresinde olan biteni sorgularken kendi geleceğine de yön vermeye çalışır. Hikmet'in iç çatışmalarından en önemlisi de Sevgi ile Bilge. Bu isimler tesadüf değil. Hikmet Benol, eski eşi Sevgi'yle sevgisiz, Bilge'yle de bilgisiz ilişkiler yaşamıştır.

"Evlendiğim gün de albayım, yeni tuttuğumuz ve büyük bir kısmı boş olan evimizin bir köşesine sığınmıştık karımla. (Karım güzel değildi albayım. Ben de değildim. Fakat, nasıl anlatsam, 'benim' karımdı-, canlı bir varlıktı. İnsan, evine bir biblo alınca bile kendisini bir başka hisseder değil mi? Üstelik bu yumuşak biblo, konuşuyor: 'kocacığım' diye çevremde dönüp duruyordu.) İlk gece, akşam yemeği de çok kötü geçmişti. Ben böyleyimdir albayım: Önce, akıl almaz bir tutukluk gelir üstüme; daha yaşamadan, büyük bir yorgunluk çöker. Gecekonduya ilk geldiğim gün de aynı bitkinlik içindeydim; neredeyse bir otele gidip yatacaktım. Oysa, bir sürü yemek yapılmıştı ve ben damattım. Yeni ve sonradan olma akrabalar edinmiştim: Bir kere, kayınpederim vardı ve bazı kızlar bana 'enişte' diyordu. Anlamadığım şakalar yapılıyordu, ikinci sınıf şakalar olduğunu seziyordum bunların. Galiba benimle biraz alay ediliyordu; fakat önemli olan bendim, çünkü damattım."

  • 10
  • 10
Heba- Ziya
Heba- Ziya

Doğu'nun Kafkası da denilen, dil ve kurgu ustası Hasan Ali Toptaş, Heba'da yalnız, pişman, heba olmuş hayatları; sakin kasaba manzaraları üzernden o etkileyici diliyle anlatıyor. Toptaş'ın ustalığı, romancı zekasının bariz olarak göründüğü kurgu, duyarlılığının kuvvetle hissedildiği karakterler kadar dilde de ortaya çıkıyor.

Heba romanının ana karakterlerinden biri olan Ziya çocukluğunda sapanla vurduğu kuşun acısını hiç unutamaz, kendini suçlar. Hasan Ali bunun için "Belki Ziya'nın vicdanı yahut vicdan sızısıdır bu kuş, belki bu topraklarda gezinip duran bir barış güvercinidir, belki de başka bir şeydir. Mesela, Ziya'nın muhtaç olduğu ve yarattığı bir üzüntüdür. Yahut, Ziya'nın algısındaki bir çatlamadır, bir yırtıktır ve her şey onun aralığından görünmektedir. Tam olarak bilemiyorum."

Ziya, karısını bombalı bir saldırıda kaybettikten sonra , şehir yaşamının sıkıcılığından bunalıp, hayatın onu olumsuzlayan her şeyinden kaçıp, kendini var etmek için gittiği yer asker arkadaşı Kenan'ın köyüdür. Ama elbette hayat onun için heba olmuş bir serüvendir. Ama heba olmuş yaşamın içinde yine de var olmak ister. Gerçekte hiç var olamadığı ve tutunamadığı için rüyalar ve hayaller onun kaçış noktalarıdır. Romanın en uzun bölümü Sınır, Ziya'nın 70'li yıllarda Suriye sınırında geçen askerlik anıları damgasını vuruyor romana. Ziya sınırda müsademelerde ölenlerin acısını hiç unutmaz, yasını tutar. Kaybolan insani değerlere, vicdani duygulara, barışa, huzura duyulan özlemin cisimleşmiş hali gibidir Ziya.

"Hasılıkelam, çerden çöpten de olsa insan illaki bir baba yaratıyor Ziya Bey, başka türlü var edemiyor kendini; koku kırıntılarını tutup, ölgün gölgeleri ve titreşimleri tutup, ya da boşlukları bile tutup işte böyle babaya dönüştürüyor benim gibi. Hiç kuşkusuz insan başka yollarla da var edebilir kendini, diyelim uzun bir öpüşmenin derinliklerinde kaybolarak, bir bakışın ateşinde yanarak, bir kitabın ruhundan doğarak, bir dokunuşla sarsılarak ya da şu an hatırlayamadığım daha akıllıca yahut daha aptalca birtakım şeyler yaparak da var edebilir. Çarçabuk doyan küçük karınlı bir ruha sahipse, bir köşeye oturup sadece çekirdek çitleyerek de var edebilir sözgelimi. Mayasına karışan vahşi gölgelerin arasında yaşıyorsa, birtakım şeyleri kırıp dökerek de var edebilir. Hatta bütün bunların ötesinde, bazı şeyleri yapmamakla da var edebilir ama babayla var olmak bu saydıklarımla kıyaslanamayacak kadar farklı bir şey bence."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN