Arama

Gül imgesinin şiirimizde geçirdiği değişimler

Geçmişten günümüze 'sevgili güldür' metaforu Türk edebiyatında muhtelif şekillerde karşımıza çıkar. Sevgili bir güldür fakat nasıl bir güldür? Bunun tanımı çağlar boyunca farklılaştı. Sevgili mis kokusu ve zarifliğiyle mi, binlerce dikeni olması mı yoksa yapraklarında güneşin görülmesi sebebiyle mi güldür? Ya da modern şiirdeki haliyle şairin zihni, ruhsal durumuna ve dünya görüşüne göre teşekkül eden bambaşka bir gül mü? Bu içerikte geçmişten günümüze "gül imgesi" ne yüklenen misyonları siz Fikriyat okurları için inceledik.

  • 7
  • 13
"Bir gül bu karanlıklarda"
Bir gül bu karanlıklarda

"Bir gül bu karanlıklarda
Sükute kendini mercan
Bir kadeh gibi sunmada
Zamanın aralığından."

Ahmet Hamdi Tanpınar

Tanpınar'ın, "Bir Gül Tazeliği", "Bir Gül Bu Karanlıklarda", "Güller ve Kadehler", "Hep Aynı Gül" isimli dört adet şiiri vardır. Tanpınar, bu şiirinde gülü karanlıklar içerisinde tasvir eder. Geleneksel unsurlar, Tanpınar'ın şiirlerinde yer alsa da, gül artık sevgilinin yanağındaki "aydınlıklarda" değil karanlıklardadır…

  • 8
  • 13
İkinci Yenicilerin “gülleri”
İkinci Yenicilerin gülleri

Orhan Veli ve arkadaşları 1940'lı yıllarda Türk şiirini imgeden sıyırmak ister. Bu şairler, imge ve musikiden uzak, çetrefilsiz, küçük insanın konu edildiği bir şiir anlayışını oluşturma isteklerini türlü şekillerde ifade eder. Fakat 1950'lerde modern şiirin "tekâmülü" olarak nitelendirilebilecek İkinci Yeniciler, yepyeni imaj ve imgelerle Türk şiirine farklı bir soluk getirirler. Gül imgesinin İkinci yeni şairlerinin kaleminde bambaşka biçimlerde teşekkül ettiğini görüyoruz.

  • 9
  • 13
Cemal Süreya'nın 'sokak' gülü
Cemal Süreya’nın ’sokak’ gülü

Klasik şiirin en güzide mazmunlarından olan "saraylı" gül, modern şiirde, artık sokağa taşınır, indirgenir. Bunun en iyi örneğini Cemal Süreya'nın "Gül" şiirinde görürüz:

"Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene"

Cemal Süreya

  • 10
  • 13
"Hırçın hırçın, pembe pembe, öfkeli öfkeli" bir gül...
Hırçın hırçın, pembe pembe, öfkeli öfkeli bir gül...

Farklı bir gül imgesiyle karşılaştığımız bir diğer şiir ise Edip Cansever'in "Gül Kokuyorsun" şiiridir.

"Gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese"

Edip Cansever

Klasik şiirin gül imgesi Edip Cansever'in şiirinde tamamen alaşağı edilir. Geleneksel şiirde ve kültürde misk kokusuyla nam salan gül, bu şiirde gördüğümüz üzere insana rahatlık veren hoş kokusuyla değil, "aman, acımasız ve keskin" koku vasıfları yüklenerek karşımıza çıkar. Aynı zamanda zarafetin, naifliğin, endamın simgesi olması nedeniyle sevgiliyi tasvir ederken kullanılan bu şiirde gül artık "hırçın hırçın, öfkeli öfkeli"dir.

  • 11
  • 13
Modern anlamda bir Leyla ile Mecnun Hikayesi olarak 'Mona Roza'
Modern anlamda bir Leyla ile Mecnun Hikayesi olarak ’Mona Roza’

"Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine"

Sezai Karakoç, pek çok açıdan gelenekteki gül tasavvurunu şiirlerine taşıdığı gül imgesi izinde modern şiire yepyeni açılımlar getirdi.

Gül imgesi, Mona Roza'da geleneksel şiir kültüründen gelen unsurların, modern şiirin imkânlarıyla bütünleştirildiği bambaşka bir söylemle karşımıza çıkar. Mona Roza, çoğunlukla arka planındaki aşk öyküsüyle bilinse de Sezai Karakoç bu şiirin yazılış amacını şu sözleriyle açıklar:

"Orhan Veli akımı bir sel gibi edebiyatımızı kaplamış. Okul kitaplarından henüz Yahya Kemal'in saltanatı devam ediyorduysa da piyasayı Orhan Veliciler istila etmeye başlamıştı. Yaşlılar edebiyat fakültesi profesörleri makalelerinde Yahya Kemal'den bahsediyorlardı ama dergilerde gençler Orhan Veli ve arkadaşlarının açtığı çığırdan giderek tüm geleneksel şiir değerleriyle ilişkilerini kesmiş bulunuyorlardı. Şairanelik hor görülüyordu. Edebiyatımızın 'gül' 'bülbül' gibi mazmunları alay konusuydu. Bütün değerler yere serilmiş gibi gözüküyordu. Kadın; 'tak takıştır sür sürüştür muhallebiciye gel piyasa vakti' çerçevesinde algılanıyordu. Ben hecede ısrar ediyordum. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa (Mona Roza) böyle doğdu. Modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir.'Rosa' bilindiği gibi 'gül' demekti. Böylece aşağılanan 'gül' kavramını yeniden gündeme getirmek istedim. Aslında gül mazmunu ve modern anlamda 'Leyla ile Mecnun' hikayesi şiirimize tekrar bu şiirle girdi denebilir."

"Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadi kirik kus merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller"

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN