Gurbeti ve hasreti bavulunda taşıyan sürgün edebiyatçılar
"Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde"
Sürgünlük, hasreti, acıyı, özünün ruhundan çekilip koparılmasını, kimi zaman dil yarasını, yürek yarasını, yapayalnız kalmayı ifade eder. Sürgünde edebiyat denince de yine bu sözcükler her defasında kendisini açığa vurur. Türküsü dilden dile söylenir. İnsanın cennetten kovulmasıyla başlar bu türkü. Acılı gönül melodisi, insanın dünyaya anne karnından ayrılmasıyla söylenmeye devam eder. İçine kapanmak da bir tür sürgün sayılabilir. Kişinin kendine verebileceği belki de en büyük cezadır bu.
Giriş Tarihi: 11.10.2018
12:08
Güncelleme Tarihi: 11.10.2018
12:24
NİYAZİ-İ MISRİ (1618-1694)
"İrişmedi dosta elüm
Rahmana varmadı yolum
Çıkmadı başa menzilüm
Ah gurbeta vah gurbeta"
Saray tarafından Edirne'ye çağrılan Mısri bazı sözlerinin beğenilmemesi üzerine Rodos'a sürgün edilir. Rodos sürgünü 9 ay sürer. Sürgünden sonra Bursa'ya dönen şair, halk ve bilim adamları arasında te'vilinde zorluk çekilen bir takım fikirleri dolayısıyla Limni Adası'na sürgüne gönderilir. Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla oldukça sıkıntılı geçen bu sürgün, yaklaşık 15 yıl sürmüştür. Sürgün sonunda tekrar Bursa'ya dönen Mısri, Sultan II. Ahmed'in Avusturya Seferi'ne müritleriyle birlikte katılmak ister. Bunun üzerine II. Ahmed tarafından bir fermanla durdurulmak istenen Niyazi Mısri fermanı kabul etmez. Bu olayın üzerine sürgünden dönüşünden 16 ay sonra şair 78 yaşında piri faniyken tekrardan Limni Adası'na sürgün edilir. Limni sürgünü Mısri' yi madden ve manen yıpratır ve şair bu adada 1105/1694'te vefat eder.
KEÇECİZADE İZZET MOLLA (1785-1829)
"Değildi sözümüz devlete itiraz
Edenlerde varsa bula inkıraz
Dedim onlara ömrünüz çok ola
Hıyanet eden devlete yok ola"
İzzet Molla bacanağı Esad Efendi'nin gayr-i matbu tarihinde;
"Halet'in canını hakk, malını aldı mirî
Kaldı ehl-i hasede hâyeleriyle kîri"
beytini tanzim etmek, devrin sadrazamı Hamdullah Paşa aleyhinde söz söylemek ve devlete karşı olmak iddialarıyla 1832 yılında Keşan'a sürülür.
"Felek benden aldı diğer intikam
Kesildi vatandan selam-ı peyam
Çekip bam-ı gamdan nice hay u huy
Ederdim kabuterliği arzu"
Osmanlı-Rus savaşı öncesinde arkadaşlarıyla birlikte bu savaşa girecek gücün ve moralin yeterli olmadığını, Osmanlı'nın savaşa hazır olamadığını içeren düşüncelerini padişaha bildirmiş. Bununla rağmen savaşa girildiği takdirde, savaşın ağır kayıplar getireceğine yönelik bir "Layiha" hazırlayıp saraya sunmuşlardır. İzzet Molla bu Layiha'nın üzerine 16 Eylül 1828 yılında Sivas'a sürgün edilmiştir. Sonunda Keçecizade haklı çıkmıştır ama sürgündeki hayatın maalesef kazası, telafisi yoktur.
Suavi 1867 yılında çıkan Muhbir gazetesinde yazmaya başlamıştır. Suavi bu yazılarında sosyal sıkıntıların yanı sıra hükümeti eleştiren yazılar yazar. Bu günlerde yazarın Osmanlı Hükümeti'ne muhalefet sesini açıktan yükseltmiş ve bunun sonucunda yurt dışına sürülmüş olan Mustafa Fazıl Paşa'ya yakınlığı görülür. Suavi hükümet aleyhinde yazılarını arttırmış; Muhbir Gazetesi'nin 31.sayısında Belgrad Kalesi'nin Sırbistan'a terk edilmesini çok sert bir dille eleştirmiş ve hükümetten hesap sormuştur. Bunun üzerine Muhbir hükümet tarafından kapatılır; Ali Suavi ise Kastamonu'ya sürgün edilir. Sürgün nedenini ısrarla sorgulayan Suavi "Hasbe'l-İcab" (Durum dolayısıyla) cevabını alır.
Vatan şairi olarak anılan Namık Kemal ; "Vatan Yahut Silistre" oyununun 1 Nisan 1873 gecesi İstanbul'da Güllü Agop'un Gedik Paşa' daki tiyatrosunda sahnelenmesi halkı coşturup olaylar çıkmasına neden olmuştu. Bu konuda İbret Gazetesi'nde yayımlanan yazılardan sonra gazete bir daha çıkmamak üzere kapatıldı. Namık Kemal ve dört arkadaşı yargılanmadan sürgüne gönderildi. Namık Kemal Magosa'ya sürüldü.
Magosa sürgünü 38 ay süren Namık Kemal; burada Gülnihal, Akif Bey, Zavallı Çocuk, Kara Bela ve Celâlettin Harzemşah gibi oyunlarını yazdı. Ayrıca Namık Kemal Magosa'da İntibah, Tahribi Harabat, Takibi Harabat, İslam Tarihi gibi önemli eserlerini kaleme aldı. Bunların yanı sıra tercümeler ve biyografik eserlerde kaleme aldı. Namık Kemal 30 Mayıs 1876 yılında çıkan genel af sonucunda yurda döndü.
ABDULLAH CEVDET (1869-1932)
1895'te İstanbul'da İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi'nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl görev yaptıktan sonra hapsedildi. Dört ay sonra serbest bırakıldığında Fizan'a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus'a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa'ya geçti.
Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul'a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti ve Viyana'ya gitti. 1903'e kadar Viyana sefareti tabipliğini sürdürdü. Bu görevi sırasında belirli ölçüde muhalefete devam etse de daha çok şiirlerle meşgul oldu ve sembolist şiir çevrelerinde ilgiyle karşılanan kitaplar yayımladı.