İstanbul'un büyülü havasını solumuş yabancı edebiyatçılar
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar, onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar" demiş ünlü şairimiz Necip Fazıl. Bu efsunlu şehir, eserlerle gönülden gönüle gezmiş; kimi edebiyatçılar bu şehri mesken bilmiş, kimileri geriye döndüklerinde hasretini yüreğinde hissetmiş…
Giriş Tarihi: 21.09.2018
12:04
Güncelleme Tarihi: 21.09.2018
12:19
Agatha Christie'nin İstanbul'a ilk gelişinde, ilk eşi tarafından terk edilmiş olduğunu ve yeni bir yaşama başladığını dile getiren torunu Mathew Prichard, "Burası onun için yeni bir dünyaydı. Bir nevi, sevdiği bir oyunu oynayarak eğlendiğini söyleyebilirim. Bu nedenle eşimle birlikte burada olmak çok güzel bir his" ifadelerini kullanmıştı.
Flaubert; İstanbul'un görkemli tarihi eserleri olan Galata Kulesi'nden, muhteşem Ayasofya Camisi'nden, göz kamaştırıcı Topkapı Sarayı'ndan ve Osmanlı'nın yıkılmaz surlarından hayranlığını gizleyememişti. Maxime Du Camp İstanbul gezisinden çok zengin bir fotoğraf koleksiyonuyla döner, Flaubert bir dostuna yazdığı bir mektupta, İstanbul'dan ayrılışını şöyle anlatır: "İstanbul'a hoşça kalasın derken; geberircesine üzüntülüydüm. Hoşça kalın camiler… Hoşça kalın çarşaflı kadınlar… Hoşça kalın kahvelerdeki iyi yürekli Türkler… Beş hafta geçirdik İstanbul'da. Altı ay kalmak gerekirdi."
II. Abdülhamid''in polisiye romanlara düşkünlüğü nedeniyle on bin kitaplık kütüphanesinin iki binden fazlası yalnızca polisiye romanlardan oluştuğu biliniyor. Abdülhamid'in bu beğenisi nedeniyle ünlü İngiliz dedektif Sherlock Holmes' 'in yazarı Arthur Conan Doyle'ı İstanbul'a davet edip, kendisini Mecidiye Nişanı ile ödüllendirdiği de eskiden beri söyleniyor. Arthur Conan Doyle bu vesileyle İstanbul'a hayran kaldı.
Kutsal topraklara yaptığı seyahati sırasında İstanbul'a da geldi ve yazmış olduğu ''Voyages en orient'' adlı eseri hemen hemen Osmanlı sınırları içinde geçen bir yolculuk kitabı olarak yayımlandı. Milletvekili olduktan sonra güçlü bir hatip olmasının avantajlarını kullanarak parlamentoda çok kez Şark meselesi üzerine konuşmalar yaptı ve bu konuşmalarında Batı'nın Doğu'yu özellikle Osmanlı Devleti'ni iyi tanıyamamış olmaktan kaynaklanan yanlış hükümler verdiğini dile getirdi.
Ülkesindeki siyasi darbeden sonra 1849 yılında Sultan Abdülmecid ve Sadrazam Reşid Paşa'ya mektup yazarak Türkler'e olan sevgisini dile getirip kendisine İstanbul'a yakın bir yerlerde çiftlik verilmesini istedi. Bu topraklarda modern tarım yapmayı planlayan Lamartine'ye Aydın yakınlarındaki bir arazi 25 yıllığına kendisine tahsis edildi.
1850 yılında ikinci kez geldiği Türkiye'de gezen Lamartine, İzmir ve Aydın'a giderek çiftlik arazisi gezdi ancak sermayeyi bulamadığından Türkiye'ye yerleşmekten vazgeçti. Ertesi yıl ise Louis Napoleon'un Cumhurbaşkanı seçilmesiyle politik hayatı sona erdi ve hayatının son yıllarını maddi sıkıntı içinde geçirdi.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
1895'de yazdığı "Bir Yazarın Günlüğü" kitabında Slavların "İstanbul er ya da geç bizim olacaktır " söylemini savunan yazar, İstanbul'u Ortodoksluğun merkezi olabilecek bir kent olarak görür. Bunu, "Ütopik Tarih Anlayışı" başlığı altında şöyle dile getirir: "İstanbul ve Haliç, dünyanın en önemli siyasi merkezidir. O zamanlar Petro, Petersburg kentini kurmak yerine, İstanbul'u ele geçirmeyi düşünseydi, bana öyle geliyor ki, sultanı darmadağın edecek kadar gücü olsaydı bile, kimi nedenlerden bu düşüncesinden vazgeçerdi, çünkü zamanı değildi ve Rusya'nın yıkımıyla sonuçlanabilirdi."
Türk atasözlerine değer vermiş bir yazardı. "Eğer hedefine doğru giderken yolda durup sana her havlayan köpeğe taş fırlatırsan, hiçbir zaman hedefine varamazsın! " atasözünü etrafındakilerle paylaşırdı.