Arama

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Mehmet Akif Ersoy Sözleri

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, yazdığı şiirler, yazılar ve verdiği vaazlar ile ümmet birliğini hedefleyen müstesna bir isimdi. Milli mücadele sırasında vaaz kürsüsünden yaptığı vaazlarla; sözleri, şiirleri ve yazıları ile kuşaklara etki etti. Sizler için Mehmet Akif Ersoy şiirleri, sözleri, kitapları ve en güzel dizelerini bir araya getirdik.

  • 23
  • 42

Olmaz Ya... Tabii...

'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? '

Olmaz ya... Tabii... Biri insan biri hayvan!

Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından

Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.

Kafi mi değil yoksa bu son ders-i felâket?

Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:

Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!

'Son-ders-i felâket' ne demektir? Şu demektir:

Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!

Zirâ yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;

Zirâ bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!

Coşkun koca bir sel gibi dâim beşeriyyet

Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet.

Dağlar uçurumlar ona yol vermemek ister...

Lakin o ne yüksek ne de alçak demez örter!

Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak...

Elbet katılır... Hangisi ister geri kalmak?

Bizler ki bu müthiş bu muazzam cereyanla

Uğraşmaktayız... Bak ne kadar çılgınız anla!

Uğraş bakalım yoksa işin hey gidi şaşkın!

Kurşun gibi sür'atli denizler gibi taşkın

Bir çağlayanın menba-i dehhâşına doğru

Tırmanmaya benzer yüzerek başka değil bu!

Ey katre-i âvâre bu cûşun bu hurûşun

Âhengine uymazsan emin ol boğulursun!

Yıllarca asırlarca süren uykudan artık

Silkin de muhitindeki zulmetleri yak yık!

Bir baksana: Gökler uyanık yer uyanıktır;

Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!

Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet...

Ey derd-i cehâlet sana düşmekte bu millet

Bir hâle getirdin ki ne din kaldı ne nâmûs!

Ey sîne-i İslâm'a çöken kapkara kâbûs

Ey hasm-i hakîkî seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el!

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!

İslam'ı da "batsın! " diye tutmuş yediyorsun!

Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden...

Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen!

Lâkin ne demek bizleri Allah ile iskât?

Allah'tan utanmak da olur ilim ile... Heyhât!

  • 24
  • 42

Leyla

'Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak? ' derim, 'yer pek';

Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, 'gök yüksek'.

Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;

Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!

Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;

Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!

Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;

İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?

Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?

Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,

Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;

Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!

Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,

Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!

O ferdâ, istemem, hiç doğmasın 'ferdâ-yı mahşer'se...

Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;

Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

O 'aydınlık' ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,

'Vücûdundan peşîman, ölmek ister' sandığın Şark'ı,

Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;

Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,

Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.

Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;

Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!

Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!

Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?

Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.

Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,

Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;

Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;

Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;

Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;

Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;

Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!

Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,

Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.

  • 25
  • 42

Ah O Din Nerde

Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dini;

O yerin gökten inen dini, hayatın dini?

Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek?

Müslümanlık mı dedin? ... Tövbeler olsun, ne demek!

  • 26
  • 42

Çocuklara

Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!

Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.

Meşe halide yaşanmaz, o zamanlar geçti;

Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz.

Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak;

Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz!

  • 27
  • 42

Gitme Ey Yolcu

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:

Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki?

Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn

Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:

Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar!

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!

Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler!

«Medeniyet» denilen vahşete lânet eder,

Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!

Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât;

Sonra nâmusuna kurban edilen bunca hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!

Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!

Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler:

Saç, kulak, el, çene, parmak Bütün enkaz-ı beşer!

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,

Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,

Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük

Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp

Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!

Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün!

Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

Hele İ'lanı zamanında şu mel'ul harbin,

"Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb'ın";

Oda ALLAHI bırakmakla olur herzesini,

Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini

Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün

Yine hicran ile çılgınlığın üstünde bu gün,

Bana Vahdet gibi bir yar-ı müsaid lazım

Artık ey yolcu bırak, ben yanlız ağlayayım

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN