Mehmet Akif Ersoy'un vefat etmeden önceki son günleri
"Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın." demişti Mehmet Akif… Bir vatanın kurtuluş mücadelesinde rol oynamış büyük isim… Hakkında pek çok şey merak edildi, yazıldı ve söylendi… Ancak onun en yakınında bulunan birisi vardı ki neşriyatlarda adına hiç rastlanmadı. Üstelik bu kişi son nefesinde Mehmet Akif'in yanındaydı. Mehmet Akif Ersoy'un en yakın arkadaşı Fuad Şemsi İnan, ünlü şairin son günlerini anlatıyor…
Giriş Tarihi: 11.04.2019
10:39
Güncelleme Tarihi: 26.12.2019
15:55
“BU HASTANEDE KİMSE BU KADAR ZİYARET EDİLMEDİ”
"Hastanede onu ziyarete, bini mütecaviz ehibbâsı gelmişti. Hastane müdürü: 'Bu kadar ziyaretçisi olan hasta, ne bu hastaneye geldi, ne de başkasına gelmiştir!' diyordu. Bu ziyaretlerden, o merdüm-giriz Akif ne kadar memnun oluyordu... Yoruluyor, fakat herkese ayrı ayrı kardeşini, işini, annesini, tarlasını, hastasını soruyor; halleşiyordu. Bir gün, yarı ciddi yarı şaka: 'Yahu, bir de kendini kimseye yüz vermez, selam vermez diye âleme inandırmışsın. Ya selam vereydin ne olacaktı, bilmem!' diyerek çıkıştım ve güldürdümdü."
"Akif'in vatana, vatanın Akif'e kavuşmasında asıl sebep, hiç şüphesiz onların arasındaki ezeli alakadır. Akif'in o: 'Fışkıran hâk-i remîminden bütün nûr-i nigâh /Nâzeninler yâl-ü bâlinden nişan her bir giyâh Servler, Mevlâ'ya yükselmiş birer berceste âh, / Hufreler Ukbâ'dan inmiş en emin bir hâbgâh!' dediği toprağı da onu çekti, diyeceğim. On senedir Mısır'dan ayrılmayı aklına getirmeyen Akif, son on gün içinde artık bağlasalar duramaz hale geldiğini, hele son bir saati bir asır kadar uzun bulduğunu kendi de hayret ederek anlatırdı."
"Akif, Mısır'da kaldığı müddet, vatan hasetini ancak iki üç yerde giderirdi: Velinimeti merhum ve mağfur Prens Abbas Halim'in sarayı ile layık olduğu hürmeti, her arzusunu icraya vesile arar b,r nezaket ve necabeti ile daima ibzal ederken gördüğüm Prens Halim Said'in 'Zehebiye'sinde…"
ÖLÜRKEN MEHMET AKİF’İN DİZESİNİ TEKRARLADI
"Akif'in Prens Abbas Halim'e rabıtası, ona muhabbet ve hürmeti bir ayrı fasıldı. Akif'in gıyabında Prens'e –sanki lüzum varmış gibi- Akif'in rabıtasını şerhe kalkıştığım olurdu. On iki senede, bu bir nevi gıybet –hata kabilinden- galiba iki üç kere tekerrür etmişti.
Paşa cennet-mekan, her defasında kendisine mahsus iman dolu belagatiyle: 'Bu, onun talihi değil, benim talihim! Akif beni elbet bulurdu ama ben Akif'i nasıl bulurdum?' demişti. Akif, Abbas Paşa'nın ölümünü duyduğu zaman bana yazdığı mektupta –bu cümleler onundur-: 'Naim'in vefatını haber aldığım zaman, üzerime bir duvarın yıkıldığını hissettim. Paşa, merhumun gaybubeti ise, on dört yaşımda tattığım öksüzlük acısını bana ikinci defa tattırdı.' diyordu.
Paşa, son nefesinde, Kelime-i Şahadet'ten evvel Akif'in: 'Değmesin mabedimin kalbine namahrem eli ……… Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber… ' mısralarını okuyacak kadar onun manasına âşıktı."
"Abbas Halim Paşa'ya latife olarak yazdığı henüz neşredilmemiş bir mektubunu buraya nakletmeden geçemeyeceğim. Akif'in buradaki hamişi, cidden bir şaheser-i hakk u hakikatir. Bir mehdiye, ender olarak bu kadar yerine ve bu kadar hak olur. Fakat edebiyatımızda kim bir hamiş bu kadar güzel olmamıştır. Prens Halim Said, Akif'in İstanbul'a dönüşünü daima teşvik etmişti. Bilhassa iki senedir, bu teşvikatı her türlü vaadlere terfik ediyordu. Prens, Üstad'ı İstanbul'a dönmeye teşvik ederken ben de Alemdağı'ndaki Baltacı'nın ormanlarını, sularını, sessizliğini bir vatan timsali gibi canlandırmaktan hâli kalmazdım."