Mehmet Akif ve gençlik yıllarına dair bilinmeyen anıları
Hasan Basri Çantay tarafından yazılan Akifname, Mehmet Akif Ersoy'un ölümünü müteakip günlerde basılmak üzere hazırlanmıştı. Ancak bazı sebeplerden dolayı basılamadı… Akifname, içerisinde barındırdığı hikayeleriyle Mehmet Akif'in bambaşka yönlerini ortaya döktü. Mehmet Akif'in veterinerlikten edebiyata geçişi, hayatının tasavvuf anlamındaki aşamaları, en sevdiği şairler, spor hayatında da herkesten üstün geldiği o günler… Sizler için bambaşka bir Mehmet Akif'i inceledik…
Giriş Tarihi: 23.07.2019
10:20
Güncelleme Tarihi: 23.07.2019
10:30
Buraya kadar Akif'in sanatı henüz feryat halindedir. Eserde Akif ve Âlem tezadı göze çarpmaktadır. Onun tasavvuru olan âlem, dünyamızın gerçeğinden ayrı bir âlemdir. Ona, bu haliyle bu âlemden boşalmak gerekmektedir. Ondaki eflâtunî ideale yakışan hareket, bütünüyle bu âlemi terktir. Kader, bu terk işini, ona biraz geç olmakla beraber, yine yaptırdı. İlk beş Safahat, içinde yaşadığı ve dokunduğu dünya ile sanatkârın ideali arasındaki ürpertici tezat yüzünden, onu belki biraz geç kalan bu terk hareketine hazırlayıcı ızdıraplı geçit olmuştur.
İkinci olan Vecd hali onda Çanakkale harbi ile başladı. İstiklâlini isteyen milletinin o zaman kalbi olan Ankara'da Allaha götüren yolculuk halinde devam etti. «Asım » ile «Gölgeler» deki şiirlerin bir kısmı vecdinin ifadeleridir. Ankara'nın Taceddin dergâhında ümmetin kurtuluşu için Allah tarafından görevlendirilen uyarıcı, sırf ilahi olan cezbelerini daha sonra Büyük Huzura açılan çölde yaşayacaktır. «Gece» ve «Secde», bu devrenin mahsulü olan Vahdet-i vücut aşkının terennümleridir.
Üçüncü olan Huzur halini de o muhakkak yaşamıştır. Ancak bu son devre hakkında bilgimiz yok. İnsanla Allah arasındaki bu samimiyet sırrını, bu ifşa edilmez hali, o da her mistik gibi kendisiyle beraber götürmüş olsa gerektir. Her halde dünyada iken yaptığı ruh tecrübesinde huzura eriştikten sonra ötedeki büyük huzura kavuşmuş olmalıdır.
Mehmet Akif’in veterinerlik günleri
Akif'in yâr-ı canı Sabri Sözen Bey'in anlattığına göre:
"Akif'i 1307 senesinde Mülkiyye Baytar mektebinde tanıdım. Bu mektebin ilk çıkanlarındandır... Her sene sınıfını birinci olarak geçerdi. Daha mektepte iken güzel yazı yazar ve oldukça güzel şiirler söylerdi. Ben Baytar mektebinin üçüncü senesine geçtiğim vakit Akif mektebini birincilikle ikmal ederek, şahadetname almış (1893) ve birdenbire Ziraat Nezaretinin beşinci şubesine memur olmuştu. Ben hasbel'îcab Baytar mektebini üçüncü senesinde, 1309 senesi kânun-ı sânîsinde terk ederek, altı ay kadar bekledikten sonra Yüksek Muallim mektebinin Fen şubesine girdim. Gerek bu müddet ve gerek mektebin tahsil müddeti olan iki sene zarfında Akif'le berber Lonlu Fransız (Kamil) den Fransızca öğrendiğimiz için ekseri geceler birleşirdik."
(Türk baytarlar dergisi birliği) mecmuasının 1 Mart 1937 tarihli nüshasından:
Akif'in şiirleri arasında:
O, öldükten sonra bir muharrir bir gazetede çıkan yazısında onun baytarlık gibi en namüsait bir meslekten nasıl yetiştiğini işaret etmişti. Bize göre bu kadar açık bir hayrete hiçte lüzum yoktur. Ve bu hayreti ancak bilgisizlikle ifade edebiliriz. Her meslekten şair yetişsin de baytar mesleğinden niçin yetişmesin? Kaldı ki Âkif yüksek Baytar mektebinde fizik, kimya, fizyoloji, anatomi ve hayvanat gibi her birine uzun bir ömür kâfi gelmeyen müspet ilimleri heyecanla takip etmemiş olsaydı ruhu yükselmez, kafası inkişaf etmezdi. Âkif irfanının temelini baytar mektebinde kurmuştur. Onun tetkik ve tefahhus kabiliyeti o mektepte açılmıştır.