Mehmet Akif'in Darülfünun'da verdiği ilk ders
Mehmet Akif'in öğrencileri arasında Reşat Nuri Güntekin, Falih Rıfkı Atay gibi pek çok önemli ismin yer aldığını biliyor muydunuz? Eserleri ve şahsiyetiyle herkesin sevgisini kazanan Mehmet Akif Ersoy, hayatının çeşitli dönemlerinde muallimlik yaptı. Halkalı Baytar Mektebi'nde başlayan hocalığı hayatının son on iki yılını geçirdiği Kahire'ye kadar devam etti. En uzun muallimliği ise Darülfünun'da oldu. Peki, Mehmet Akif, Darülfünun'da hangi dersi veriyordu? İlk dersinde neler yaşadı? Derslerinde neler anlatıyordu?
Giriş Tarihi: 05.04.2020
09:14
Güncelleme Tarihi: 27.12.2022
12:12
İLK DERSİNDE TALEBESİNE NE SÖYLEDİ?
Fakat en uzun muallimlik yaptığı okul Darülfünun idi. 21 Kasım 1908'den 1914 yılına kadar edebiyat-ı Osmaniye müderrisliği yaptı. Akif, bu derslerde edebi metinleri okutuyordu. Maaşı 600 kuruştu.
Akif'in Darülfünun'da yaptığı muallimliğe dair çok fazla bilgi yahut belge yoktur. Öğrencileri ve dostlarından nakledilen birkaç hatıra ve birkaç belge bize ancak ışık tutar. Tarihçi Prof. Ali Nihat Tarlan'ın aktardığında göre, Mehmet Akif Darülfünun'da girdiği ilk derste talebesine şunları söylemişti:
"Efendiler, ne burası bir darülfünundur ne siz bir darülfünun talebesisiniz ne de ben bir darülfünun hocasıyım! Evvela bunu bilelim, kendi kendimizi aldatmayalım. Şimdi dersimize başlayabiliriz."
Mehmet Akif'in Reşat Nuri'ye verdiği büyük ders
MEHMET AKİF'İN DARÜLFÜNUN'DA VERDİĞİ İLK DERS
Öğrencilerinden Kumkapı orta mektebi müdürü Baha Kahyaoğlu, şunları anlatıyor:
1910 ders yılının birinci günü sabahı Zeynep Kamil Konağı'nın büyük zili çalındı. Salondaki kalabalık hercümerç içinde sınıflarına giriyorlardı. Başka başka memleketlerden, mekteplerden gelen bu gençler, henüz tanışmamazlığın verdiği bir yadırgama ile boş sıralara oturdular.
Mehmet Akif'in hayatından ilginç hatıralar
Ders zili çaldı, müderrislerin isimlerini bildiğimiz halde şahsen hiçbirini tanımıyorduk. Henüz program da asılmamıştı. Alaycı bir arkadaş:
"Herhalde Dolmabahçe Sarayı'ndan başkatib-i hazret-i şehriyari Halid Ziya Beyefendi, sabah sabah teşrif edecek, bize hoş geldiniz diyecek değil ya..." dedi, gülüştük.
Tam bu sırada basit bir kıyafet içerisinde dolgun bünyeli, sakallı bir zat tekellüfsüz bir eda ile, fakat biraz da sıkılarak, içeri girdi. Kürsüye çıkmadı, caddeye nazır pencereye doğru ilerledi, baktı, düşündü, yutkundu. Biz birbirimize yavaşça, biraz da alay edercesine:
"Kim bu? Bu da kim?" diyorduk. Suret-i intikaline emin bir arkadaş yavaş ve kat'i: "İranlı, İranlı!" dedi. "Ha... Edebiyat-ı Farisiye müderrisi demek."
SAMİMİYET VE FERAGATİN ERİŞİLMEZ ÖRNEĞİ
Bizdeki bakışların tereddüdünü ve bu sükûttaki manayı sezen muallim, boynunu sağa meylettirerek, yüzümüze bakmayarak: "Bu sene, sizinle Türkçe- yine küçük, çekingen bir vakfeden sonra- edebiyat müzakeresi edeceğiz."
Dersin hocasının şair Akif Bey olduğunu hepimiz biliyorduk. Ani bir hayret ve hürmetle toplandık. Safahat şairi derhâl mütehassis oldu, daha ziyade sıkıldı.
Kim derdi ki, bu basit gibi görünen insanın kafası o derece harikalı ilhamlara mâkes olabilirdi? Bilgisi kadar insanlığı yüksek bu şahsiyetin böyle başlayan dersi, aylar ilerledikçe kalbimizde samimiyet ve feragatin de erişilmez bir örneği oldu.