Mehmet Akif'ten edebiyat dersleri: Edebi sanatlar
Divan şairleri, sözü en veciz şekilde söyleme çabası içindeydi. Bunun için de edebi sanatları şiirlerinde bolca kullanırlardı. Edebi sanatların bir şiiri anlamak için yol gösterici işlevi vardır. Türkçeyi adeta bir kuyumcu gibi işleyen Mehmet Akif de şiirlerinde edebi sanatlara yer vererek, sözünün daha etkili olmasını sağlardı. Aynı zamanda muallimlik yaptığı Darülfunun'da işlediği konulardan biriydi. Peki, Mehmet Akif, edebi sanatları nasıl anlattı?
Giriş Tarihi: 05.05.2020
13:12
Güncelleme Tarihi: 31.05.2022
10:39
Teşbih ; aralarında maddi yahut manevi cihetle bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmektir. Bir teşbihte müşebbeh, müşebbehün-bih ve vech-i şibh bulunur. Edat-ı teşbih mahzuf veya mezkûr olur. Edat-ı teşbih mezkûr olmazsa teşbih daha beliğ düşer. Mesela Hamid Bey'in:
Duruyorken hareketsiz, sessiz Yere inmiş göğe benzerdi deniz
Beytindeki deniz, durgunluğu ile maviliği ile gökyüzüne benzetiliyor. Meşebbehün-bih gök, müşebbeh renk, rükud da vech-i şibh olur. Edat-ı teşbih yoksa da onun yerine "benzerdi" fiili getirilmiştir.
*Müşebbeh : Benzetilen Müşebbehün-bih : Kendisine benzetilen Vech-i şibh : Bir şeyin başka bir şeye neden benzediğini anlatan söz Mahzuf : Noktasız harflerle yazılmış olan Mezkur : Zikrolunan Beliğ : Etkili, güzel ve yerinde söylenmiş söz
Nedim'in;
Sinede bir lahza ârâm eyle gel canım gibi Geçer ey ruh-ı revan 'ömr-i şitâbânım gibi
(Ey sevgili! Canım gibi sen de gönlümde bir an olsun dinlen, huzur içinde ol. Ey akıp giden, yürüyüp giden ruhum! Çabucak tükeniveren ömrüm gibi sen de geçip gitme)
Beytinde vaki olan teşbih de edat-ı teşbih ile mezkûrdur. Abdülhak Hamid Bey'in:
Süfehâ enbiyâ, gedâ mürted Para ma'bûd, bankalar ma'bed
Beytinde edat-ı teşbihler kâmilen mahzuftur.
*Süfehâ : Sefihler, âdî, bayağı kimsele Enbiyâ : Nebîler, peygamberler Gedâ : Dilenci, yoksul, fakir Mürted : Müslümanlıktan ayrılıp başka bir dine giren Mahzuf : Silinmiş, bulunduğu yerden kaldırılmış
Vech-i şibhin şiire tasrihi icap etmez. Zaten tasrih olunmaz; çünkü bu suret daha beliğ olur. Yalnız müşebbeh ile meşebbehün-bih birbirine pek yabancı olursa yahut aralarındaki münasebeti idrak herkes için kolay olmazsa, şiiri lüzumsuzluktan kurtarmak için vech-i şibh irad olunur.
İbn Kemal Paşa merhum Selim-i Evvel'e yalnız "şems-i asr" dese idi şiir vazıh olmazdı, lakin vech-i şibhi ne güzel gösteriyor:
Az bir zaman içre çok iş etmişti Sâyesi olmuştu 'alem-gir Şems-i 'asr idi, asrda şemsin Zılli memdûd olur, zamanı kasîr
(Kısa zamanda çok iş yapmıştı. Lütuf ve ihsanlarının gölgesi cihanı tutmuştu. Asrının güneşi idi. İkindi güneşinin gölgesi uzun fakat zamanı kısa olur)
Vech-i şibh : Bir şeyin başka bir şeye neden benzediğini anlatan söz Tasrih : Açıkça söyleme, belirtme Beliğ : Etkili, güzel ve yerinde söylenmiş söz İrad : Dile getirme Vazıh : Kuşkuya yer bırakmayacak denli açık olan
BENZEYEN İLE BENZETİLEN NASIL AYIRT EDİLİR?
Meşebbehün-bihin müşebbehten daha ekmel olması, yani vech-i şibh dediğimiz hakkında haiz-i rüçhan bulunması lazımdır. Bazen mübalağa kastıyla teşbihi aks ederek müşebbehi müşebbehün-bih, müşebbehün-bihi müşebbeh yaparlar. Şurasını da hatırdan çıkarmamalıdır ki, müşebbeh müşebbehün-bihin kâffe-i evsafını haiz olmak icap etmez.
Mesela: Bir adamı, şecaatinden dolayı arslana benzetivermekle o adam arslandaki vahşilik, yırtıcılık gibi diğer evsafa da iştirakine lüzum yoktur. Bir de insan teşbihinde kâmilen serbest değildir. Bir dereceye kadar âdete münkad olmalıdır. Bir Osmanlı şairi, hiçbir vakit memduhunu, sadakati itibariyle köpeğe, büyük büyük manaları iktiham ettiğinden dolayı dağ keçisine benzetemez. Merdüm-giriz adama ayı denemez. Daha garibi, elfaz-ı müteradifeden birini kullanır da diğerini kullanamaz. "Tosun gibisin!" deyiverince koltukları kabaran bir adama "Öküz gibisin!" deyiniz de bakınız ne olur? Hâlbuki tosun ve öküz aynı mahlûktur.
*Ekmel : Kamil, mükemmel, kusursuz Haiz-i rüçhan : Üstünlük kıymeti Aks etmek : Yansımak Kâffe-i evsafı : Niteliklerin bütünü Şecaat : Yiğitlik, yüreklilik, cesaret Evsaf : Nitelikler, vasıflar İştirak : Ortak olma, birlikte bulunma Münkad : Boyun eğen, itaatkâr Memduh : Övülmüş, methedilmiş İktiham: Göğüs germe, karşı durma, dayanma, tahammül etme Merdümgiriz : İnsanlardan kaçan, çekinen, insanlar arasına karışmaktan, onlarla birlikte olmaktan hoşlanmayan kimse
Malumdur ki, istiare lügatte 'ariyet almak demektir. Ama ıstılah-ı üdebada, bir lafzı mana-yı hakikisinde kullanmayarak ona başka bir mana iare etmek yani 'ariyet vermektir. Mesela, kurnaz bir adama tilki demek gibi.
Azıcık dikkat olunsa, istiarenin bir teşbih olduğu görülür. Farkı şudur ki, teşbihte müşebbeh, meşebbehün-bih , edat-ı teşbih irad olunurken istiarede edat-ı teşbih ile müşebbeh tayyedilir . Mesela, Ali Ekrem'in;
Atınca saçlarını dûşuna uçup gittin Gözümde kaldı hayâl-i ferişteh-reftârın
(Saçlarını omuzuna atınca uçup gittin. Gözümde o meleğin gidişinin hayali kaldı)
beytindeki "uçmak" fiilini mana-yı hakikisine hamle imkân yoktur. Çünkü insan uçmaz. Demek şair, cananını, sür'at-i seyri itibariyle kuşa ve belki lemha-i basarda gelip geçmesini de uçmaya benzetiyor. Ancak müşebbehün-bihi "uçmak" fiiline gayet süratle geçmek manasını iare olunmuştur.
'Ariyet : Geçici olarak başkasından alınan veya başkasına verilen şey, ödünç Istılah: Terim İare : Verme, ödünç verme Tayy etmek: Çıkarmak