Meşhurların itiraflarından süzülen pişmanlık
Osmanlı Devleti'nin en kritik ve zor döneminde, tam otuz üç yıl tahtta kalan bir padişah için ağır ithamlar yapıldı. Onun naifliği, zarafeti ve aklı göz ardı edildi, hiçe sayıldı. O zamanda gözü ve gönlü kör olanlar onun "Gök Sultanı" olduğunu fark ettiklerinde artık çok geçti. Kimisi tarihe pişmanlıklarını not düşürecek kadar şanslıyken kimisi de pişmanlıklarını ahirete taşıdı.
Giriş Tarihi: 15.10.2018
15:37
Güncelleme Tarihi: 16.10.2018
12:51
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN
Sultan ikinci Abdülhamid Han, otuz dördüncü Osmanlı sultanı, doksan sekizinci İslam halifesiydi. Babası sultan Abdülmecid Han, annesi Tîr-i Müjgân kadın efendidir. 21 Eylül 1842 Çarşamba günü Çırağan sarayında dünyaya gelen sultan, annesini çok erken yaşta kaybetti. Dedesi Sultan ikinci Mahmud Han'ı kendisine örnek almıştı.
Şehzadeliği döneminde çok iyi eğitim aldı. Osmanlıca yazı ve konuşma derslerini Gerdankıran Ömer Efendi'den; Arapçayı Ferîd ve Şerîf Efendilerden; Farsça'yı Kazasker Ali Mahvî Efendi ve Sadrazam Saffet Paşa'dan; tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini Gümüşhanevî Ömer Hulusi Efendi'den; Fransızca'yı Gardet, Edhem ve Kemal Paşalardan öğrendi. Tarihe, özellikle de yakın tarihe ilgisi büyüktü. Tarihin ibret aynası olduğuna inanırdı. Bu sebeple padişahlık döneminde her olay hakkında rapor hazırlatır, ilim ve fikir adamları ile meselelerin hal ve çarelerini konuşurdu.
İlme ve ilim adamlarına saygısı büyüktü. Bir yere gittiğinde veya saraya dönerken yanında bulunan hocaları kendi arabasına bindirirdi. O da atına binerek giderdi. At biniciliğini Lala Mehmed Sadık Ağa ve Mabeynci Osman Efendi'den; silah kullanmasını ve diğer askerlik bilgilerini hünkar yaveri çeşitli subaylardan öğrendi.
MÜTHİŞ BİR ZEKA VE HAFIZAYA SAHİPTİ
Aynı zamanda iyi bir hattat ve marangozdu. Marangoz atölyesi ve çiftlikleri vardı. Bizzat kendisinin yaptığı işlemeli eşyalar işinde mahir olan ustaların takdirini kazanıyordu. Ticaret, ata binmek ve silah kullanmak en büyük merakıydı. Çok bilgiliydi. Şahsı için tutumlu, hayır işleri için cömertti. Hiç kimseye para ve mal için zulmedilmesini istemezdi. Onun aleyhinde yer alanlar bile sultanın nimet ve ihsanına nail olmuştu.
Yerli ve yabancı basını sürekli takip ediyordu. Müthiş bir zekâ ve hafızaya sahipti. Çok nazikti ve herkesin gönlünü almasını bilirdi. Karşısındakine yüksek sesle konuşmaz, her şeyi gayet açık bir dille izah ederdi. Vakur, ciddi ve ağır duruşunun yanında insanda muhabbet etme isteği uyandırırdı. Sözü dinlenilmekten usandırmazdı.
Kendisini ziyarete gelen kim olursa olsun ayakta bekletmez ve gösterdiği yere oturmasını isterdi. Ziyaretçilerin önce hal ve hatırını sorar, bununla da kalmaz ailesinin ve çocuklarının halini hatırını sorup sonra ziyaret sebebi ile ilgilenirdi. Ziyaret sonunda da misafirine hediyeler verir, onu eli boş göndermezdi. Zamanının büyük kısmını devlet işlerine ayırmıştı. Günde sadece dört – beş saat uyurdu. Sarayda biri kusur etse onu huzuruna davet eder tatlı dille uyarırdı. İhaneti ise asla affetmezdi.
“EĞER SALTANAT BANA GELİRSE AMCAMI HAL’ EDENLERDEN HESABINI SORACAĞIM.”
Otuz dört yaşındayken 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı padişahı oldu Sultan Abdülhamid. Tahta çıktığı zaman devlette iç ve dış karışıklıklar çoktu. Devletin düzeni bozulmuştu. Eğitim bozulmuş, maliye felç olmuştu. Ticaret, ziraat ve sanayi son derece bozuk haldeydi. Askerde silah, mühimmat, teçhizat yoktu. Devlet idaresi bazı siyasi kişilerin elinde kalmıştı.
Böylesine karışıklığın olduğu bir dönemde tahta çıktığında kısa zamanda bu felaketlere karşı tedbirler almaya başladı. Saltanatının ilk günlerinde işini bilen kişileri iş başına getirmeye ve etrafında toplamaya başladı.
Devlet için ilk icraatlarından birisi saray ve devlet dairelerindeki masrafları kontrol altına almak, israfa meydan vermemek oldu. Böylece hayatı boyunca tedbirli olması sayesinde ömrü boyunca hazineden tahsisat almadı.
"Bir Türk padişahına, otuz üç sene bu makamda bulunmuş İslam halifesine tahttan indirilme kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?"
Kaybedilen topraklar, Meşrutiyet'in ilanı ve isyanlar Abdülhamid yönetiminde artmıştı. En sonunda 31 Mart İsyanı olarak tarihe geçecek ayaklanma meydana geldi. Selanik'te hazırlanan bir ordu İstanbul'a gelerek gizli güçlerin çıkardıkları isyanı bastırdılar ve Sultan ikinci Abdülhamid Han'ı tahttan indirdiler. Bu Tahttan indirilme olayı Türk tarihinin en ince hadiselerinden biriydi. Çünkü Padişaha Hal' edildiğini bildirmeye gelen heyette tek bir Türk yoktu.
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN BEDDUASI
"Allah düşmanlarımı kahretsin. Bu ana kadar kanundan zerre ayrılmadım. Bu işleri yapanları Allah kahretsin. Benim bu işlerde hiçbir tesirim yoktur. Hatta ayaklanma günü söyledim. "Ben atıma bineyim, askerin ortasına çıkayım, ne olursa olsun, isterlerse beni öldürsünler." dedim. Bunca senedir devletimin, milletimin saadeti için çalıştım. Fakat düşmanlarım daima bana böyle fenalıklar hazırladılar. Dört beş şaşkın bu fesatları çıkardı. Dolap çevirdi. Fakat benim kıyametim başıma koptu. Vallahi benim bir kabahatim yoktur. Fakat ne çare benim de kaderim böyleymiş. Allah bu fenalıklara sebebiyet verenleri kahretsin. Benim hizmetlerim meydandadır. Ben söylemeyeyim, tarih bunları yazacaktır. Padişah olduktan sonra idam cezasını kaldırdım. Ben merhametime ve hüsnüniyetle bu kadar hizmetlerime karşılık böyle hakaretler görüyorum. Kaderim böyleymiş. Bu hadisede dahi gene kan dökülmemesi için pek büyük hizmet ettim. Uğraştım. Ne yapayım? Allah milletimi, vatanımı muhafaza etsin. Zararı yok. Bu fenalıklara vesile olanları Allah kahretsin, başak da bir şey demem."
Bu beddua çok az zaman sonra Allah katında kabul olmuş olacak ki, Ermenilerle kol kola gezen bu kişilerin her biri Ermenilerin silahından çıkan kurşunla can vermiştir.