Necip Fazıl tasavvufla nasıl tanıştı?
İnsanların hayatında dönüm noktaları olur. Yaşadığı olay, tanıştığı kişi yıllarca oluşturduğu benliğini ve tabularını tümüyle değiştirebilir. Şiir, piyes, tiyatro, fıkra, hikaye, politika ve dini konularda kaleme aldığı çok sayıda eserleriyle Üstad Necip Fazıl da böyle bir dönüşüm hikayesinin kahramanıdır. "Benim kurtarıcım, müjdecim" dediği Abdülhakim Arvasi ile olan tanışmasını ve hayatının seyrinin nasıl değiştiğini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 26.07.2019
17:54
Güncelleme Tarihi: 26.07.2019
18:21
Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; Mârifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...
Necip Fazıl için bu tanışma ile artık ölçüler ve istikamet artık belliydi. Gazeteci, şair, yazar, hatip ve fikir adamı olarak muhtelif yönleriyle tanınan Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvâsî ile irtibat kurması, tasavvufa gönül bağının olması onun bambaşka bir yönünün ortaya çıkmasına vesile olmuştu. O, mürşidinin mânevî tesiri altında dinî ve tasavvufî sahada çok sayıda eser kaleme alacaktı. Meselâ, İmân ve İslâm Atlası, Mümin Kâfir, Hz. Ali, Çöle İnen Nur, Peygamber Halkası, Son Devrin Din Mazlumları, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Esselâm, Velîler Ordusundan 333, O ve Ben, Hacdan Çizgiler gibi eserleri bunlardan bazılarıydı. Ayrıca o, Abdülhakim Arvâsî'nin Râbıta-i Şerîfe, Tasavvuf Bahçeleri ile Şeyh Safiyüddin'in Reşâhat adlı eserini sadeleştirmişti. Bununla birlikte diğer eserlerinin pek çoğunda dinî ve tasavvufî çerçeveyi görmek mümkündü.
Necip Fazıl, Abdülhakim Arvâsî ile tanışmasını, onun kendisi üzerindeki tesirlerini O ve Ben, Son Devrin Din Mazlumları, Babıâli ve Çile adlı eserlerinde kendine has üslubuyla dile getirmişti. Özellikle O ve Ben adlı bibliyografik eserinde hayatını Abdülhakim Arvâsî ile olan irtibatına göre tasnif ederek şu üç bölüme ayırmıştır: "Tanıyıncaya Kadar (1904-1934)" , "Tanıdıktan Sonra (1934-1943)" , "O Günden Beri (1943'ten sonra)" . Üstad, Abdülhakim Arvâsî'den dinlediklerini ise kendi görüşlerini de yansıtarak Tanrı Kulundan Dinlediklerim adlı eserinde anlatmıştı. Ayrıca Bir Adam Yaratmak isimli tiyatro oyununda, Aynadaki Yalan adlı romanında bu tesirin teşekkülünü görmek mümkündür.
"O ve Ben" yazısından:
"Kalemime, fetih ve inkişaf Onunla geldi. İçimde yepyeni bir dünya görüşü, daha evvel cümle ve fikir kalıplarına dökülmeksizin, yalnız huzurlarındaki kelime üstü feyizle, kendilerini tanıdıktan sonra tütmeye başladı. Fildişi Kule "yi yıkıp büyük içtimaî plana, cemiyet meydanına çıkmak; orta yere bir tarih, nefs, Şark ve Garp muhasebesi çıkarmak, asrın nabzını bulmak ve her şeyi kendi vahidine ve oradan mutlak vahide irca etmek ihtiyacı, bende, Onunla doğdu... Sokrat'ın yaptığı gibi, insanları eteklerinden çekip: Hey, nereye? diye haykırmak ve: - Her şey yanlış; her şey yeni baştan ele alınmaya ve inşa edilmeye muhtaç! Bizim dışarıda aradığımız güneş, cebimizde kayıp! Narasını basmak borcu, bende, onunla gerçekleşti. Tekrar ediyorum; tek kelime konuşmadan, yalnız görünmez feyiz mevceleriyle... Bu bir memuriyet miydi? Allah bilir... Muhakkak olan şudur ki, ben kendilerini tanımadan dik bir kaya üzerinde gururla dünyaya karşı dikilmiş uyuz bir keçiyken, tanıdıktan sonra; yere inen ve geçtiği yol boyunca süt koyuveren memeleri şiş, patlayasıya şiş bir koyun olmuştum. Otuz yaşına kadar tıknefes yaşayan ve bir-iki şiir kitabından başka bir şey veremeyen ben, ondan sonra piyes, fikir, tetkik, dava, tez; kırk elli ciltlik (şimdi yüz cildi aşan) bir çapa doğru yükselecektim. Varsın benim "lâhik şair" (memuriyetinin başında) olduğumu görmeyenler, bana "sabık şair" (şiiri bırakan) desin, şiir ve sanata sırt çevirdiğimi sansın ve buna hayıflansın...
Mecmuamı (Büyük Doğu) çıkaracağım sıralarda, huzurlarında niyetimden bahsetmiştim. Emirleriyle, Şakir'in (nedimi) getirdiği, Muhiddin-i Arabî hazretlerine ait Tefe'ülnâme 'den niyetime bir âyet meali hâlinde şu cevap çıkmıştı: "Onlara müjdeler olsun!"
Müjde, çeyrek asırdır hep çile ve kahır şeklinde tecelli etti. Fakat müjdeliğini kaybetmedi. Çileler ve kahırlar caddesinde, itişe kakışa yol açmaya çalışarak, müjdeyi arıyorum. Bendeki her kıymet O'nun, her suç nefsimin... "
1943'te mürşidinin Hakk'a yürümesi, Necip Fazıl için asla yeri doldurulamayacak büyük bir kayıp oldu. Böyle bir ayrılığın hüznünü Necip Fazıl şu cümlelerle ifade ediyordu. "Yirmi dokuz yıl değil, iki bin dokuz yüz yıl değil, sayılar boyunca devirler gelip geçse üzerinden zaman geçmeyecek velîlerdensin sen… Ruhun gibi kalbin de mahfûz… Kalıbın orada; fakat ruhâniyetin Allah'ın izniyle her tarafta ve benim yanımda… Benim güzel Efendim! Başucumdasın biliyorum; ama ben ne yapayım ki dünya zindanı içinde, ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım ve seni göremiyorum."
Abdülhakîm Arvasî kimdir?
Son devir tasavvuf âlimlerinden Abdülhakîm Arvasî, 1865 yılında Van'ın Başkale kazasında doğmuştur. Hazret-i Peygamber'in 43. kuşaktan torunudur. Babası Seyyid Mustafa Efendi'dir. Soyu anne tarafından Abdülkādir-i Geylânî'ye ulaşır.
Hülâgû Bağdat'ı istilâ ettiğinde (1258) Musul'a hicret eden ataları daha sonra Urfa ve Bitlis'e, oradan da Mısır'a gitmişlerdi. Ailenin büyük oğlu Molla Muhammed bir süre sonra Van'a gelip şehrin güneyinde yüksek dağlar arasında bir köy kurmuş, bu köyde büyük bir dergâh ve iki katlı bir cami inşa ederek oraya Arvas adını vermişti. Kādirî tarikatına mensup olarak faaliyet gösteren ve "Arvas seyyidleri" diye tanınan aile, altı yüz elli yıl varlığını devam ettirerek bugüne ulaşmıştır.
Abdülhakim Arvâsî, I. Dünya Savaşı'nın başlarında Rusların Başkale'yi istilâ etmesi ve Ermenilerin silahlanarak Müslüman halkın mallarını yağmalamaya başlamaları üzerine, hükümetin emriyle, yüz elli kişilik ailesiyle birlikte daha emin bir yere göç etmek zorunda kaldı.