Necip Fazıl’ın bilinmeyen 15 yönü
Türk edebiyatının Baki'den sonra ikinci "Sultanu'ş Şuara" unvanına sahip üstadı Necip Fazıl Kısakürek, fikirleri ve eserleriyle düşünce dünyamıza derin izler bıraktı. İslâmi değerler, onun kutlu davasıydı ve bu uğurda edebiyatımızın altın isimlerinin de ilham kaynağı oldu. Üstad, şairliğe ilk adım atışının sebebini ise, annesinin ölüm döşeğindeki isteği ile dile getiriyordu. Fikir adamı ve büyük üstad Necip Fazıl'ı vefatının 36'ncı yılında rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 25.05.2019
09:50
Güncelleme Tarihi: 25.05.2019
17:56
Necip Fazıl, o dönem hükümetin verdiği bir burs ile Sorbonne Üniversitesi'ne geçiş yaptıktan sonraki hayatını "bohem bir hayat" olarak anlatır.
"Kâbus" der, Paris günleri için. Öyle ki, "Kâbus şehri" dediği Paris'i, "O ve Ben" isimli eserinde şöyle anlatır: "Kâbus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslâmi edebim manidir!"
Bir hikâyeye göre Paris'te her sabah, evet hiç istisnasız her sabah, bembeyaz bir takım elbiseyle jilet gibi dolaşır. Ve "Üstat, kirlenmiyor mu bu beyaz kıyafet?" diye sorduklarında, "Aynısından beş tane aldım." cevabını verir. Hem güldüren hem gerçeği bildiren özelliğini her yerde belli eder. Paris dâhil.
13 YIL BOYUNCA BANKA MEMURUYDU
Edebiyatımızda derin izler bırakan Necip Fazıl, 13 yıl boyunca memuriyetinde bulundu; pek çok eserini de banka memurluğu sırasında kaleme aldı.
O yıllarda bankacılık, en gözde mesleklerden biriydi. Osmanlı Bankası, İş Bankası gibi bankalarda yıllarca çalışan Necip Fazıl, bankacılık mesleğinden sonra gazetecilik yapmaya başladı.
Bir dönem edebiyat öğretmenliği de yapan büyük şair, dönüm noktası olarak kabul edilen Çile şiirini yazdığı sırada da öğretmenlik görevini icra ediyordu.
HAYATININ KIRILMA NOKTASI
İlk şiirlerinin yayımlanması sonrası, edebiyat dünyasında başarı ve ün yakalayan Necip Fazıl'ın hayatında iki farklı dönem, iki farklı cihet vardı. Şöhreti henüz yolun başındayken gören şair, kendi içinde felsefi bir arayışa büründü. Bu arayış onun hayatında yeni bir dönemin kapılarını aralayacaktı. O dönemi kendisi şöyle anlatır:
"Hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyun bağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beş taştan iskambil kâğıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkıldı gitti."
Şairin maddeye, dünyaya, boheme bağlı hayatı, 1934 yılı itibariyle manevi bir değişime girdi . Beyoğlu Ağa Camii'nde görev alan Abdülhakim Arvasi ile tanışması bu hayatın başlangıcı oldu. Üstün ahlak felsefesinin hüküm sürdüğü tüm eserlerini bu dönemden sonra yazdı.
DEVLET KONSERVATUVARINDA DERS VERDİ
Necip Fazıl, 1939-1943 arasında Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı'nda ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde dersler verdi.
Atlara ve ata binmeye özel bir ilgi duyan usta şair, bu ilgisini şu sözlerle dile getiriyordu: "Dokuz yaşında ata bindim ve bir daha inmedim. Her binişimde büyüdüm ve her inişimde küçüldüm."
Trabzon'da yaşadığı dönemlerde ona verilen Arap atı, onu adeta hayata bağlamıştı. Bu attan düşüp günlerce yatağa düşse de , at sevdası hayatı boyunca onu takip etti.
Öyle ki, Türkiye Jokey Kulübü'nün isteğiyle "At'a Senfoni" adlı eseri kaleme aldı. Atın felsefesini, tarihini ve bildiği her şeyi ele alan Necip Fazıl, atlara olan sevdasını bu kitapla ölümsüzleştirdi.