Öğretmen kimliği ile ışık saçan edebiyatçılarımız
Yazdıkları eserleri zevkle okuduğumuz edebiyatçılarımızın, edebi yönlerinin haricinde bir de mesleki kimlikleri var elbette. En kutsal meslek olarak sayılan öğretmenlik, edebiyatçılarımız arasında da oldukça yaygın. Peki, eğitimci kimliği ile hayatlarımıza yön vererek ışık saçan "edebiyatçılarımız kimlerdir?", "eğitim sistemi konusunda ne düşünürler?" ve "öğrencilerinin gözünde nasıl bir öğretmenler?", tüm bu soruların cevabını siz Fikriyat okurları için araştırdık.
Giriş Tarihi: 31.12.2019
17:16
Güncelleme Tarihi: 31.12.2020
08:48
Öğrencilerin idrak seviyesini ölçmek için sorular soran Necip Fazıl
Necip Fazıl, Robert Koleji'ndeki bir anısından Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu isimli eserinde şu şekilde bahseder:
"Robert Kolej'de de edebiyat hocası idim. Onların bir takım sınıfları var. Yüksek sınıfmış… Gayet mağrur talebe… Sınıfa girince ne göreyim? Talebeden her birini ayağı omzunda desem caiz… Birden irkildim: " -İndirin ayaklarınızı! Size bu terbiyeyi kim verdi ?" İsteksiz indirdiler.
Necip Fazıl, idrak seviyesi ve bakış açılarını ölçmek için zaman zaman öğrencilerini birtakım sorulara tabi tutar. Yukarıdaki mezkur eserde Necip Fazıl bu durumla ilgili şu anısını da anlatır:
" -Türk çocuklarısınız, Türk terbiyesi istiyorum sizden!" Kalakaldılar, ders böyle açıldı. İkinci ders. "- Niçin Amerikalılar bu mektebi bu kadar yer varken, hisarın yanında yapmıştır? Bir vazife veriyorum size… Zekânızı anlamak için…" dedim. Gelen vazifeler entipüften şeylerdi. Talebelerden hiçbirinde, Batı kültür emperyalizmasının gizli niyetlerini ayırt etmeye kabiliyet yoktu. Sınıfa dedim ki: " -Amerikalı bu binayı Fatih Sultan Mehmed'in büyük fethine nazire olarak kendi ruh fethini gerçekleştirmek için bir remz olarak bina etmiştir. Gaye, Türk'ü milli kökünden koparmaktır! Bu mânaya biraz yaklaşan bir talebe dikkatimi çekti. Hatta bir gün bir baba, o talebenin babası beni yolda durdurdu. Elimi öpmeye kalktı. Çocuğuna verdiğim terbiyeden dolayı… Ama ben ne yapayım ki, yaptığım iyi veya doğru, her tarafından su alan bir gemide potinlerimle denize su boşaltmaya çabalar gibiydim. Potin potin dökmekle su bitirilemez gemiden."
Hem eğitimci hem eğitim teorisyeni
Necip Fazıl, eğitimci kimliğini yalnıza okul sıralarında bırakmayarak yazılarına da taşıdı ve türlü yönleriyle eğitim sorununu ele aldı. Doğrudan eğitim konusunu işlediği yazıların birkaç tanesi; Maarif Meselemiz-1 Şahıslar ve Davalar (1939), Maarif Meselemiz-2 Meselenin İlk Esası (1939), Maarif Meselemiz-3 Meselenin İkinci Esası (1939), Gramer Dersi (1939), Yeni Türk Maarifi-1 Tercüme Davası (1940), Yeni Türk Maarifi-2 Millî Kütüphane, Maarif Politikası (1967)' dır.
Necip Fazıl yazılarında "eğitim" kelimesine de değinir. Şair, "Maarif" isimli yazısında, eğitim kelimesinin maarifin anlamını karşılamadığını söyler. Necip Fazıl; "Maarif tabiri gibi, güneşi, toprağı, bağı ve bahçesi, arkları ve kanallarıyla bütün bir mâna iklimi arz eden bir mefhum" ifadesini kullanır.
Yahya Kemal’in öğrencisi, Orhan Veli’nin öğretmeni: Ahmet Hamdi Tanpınar
Dârülfünun Edebiyat Fakültesi'nin önce tarih, ardından felsefe şubelerine girmekteki kararsızlığı sırasında lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal'in Edebiyat Şubesi'nde ders verdiğini öğrenince kaydını bu şubeye yaptıran Tanpınar, öğretmen edebiyatçılarımızdan biri.
Tanpınar, Edebiyat Fakültesi'nden 1923'te Şeyhî'nin Hüsrev ü Şîrîn'i üzerine hazırladığı tezle mezun olduktan sonra Erzurum (1923), Konya (1926), Ankara (1927) ve İstanbul Kadıköy (1932) liselerinde, Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (1930) öğretmenlik yaptı. Ankara Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptığı sıralarda daha sonra Türk edebiyatının önemli şair ve yazarları arasında yer alacak olan Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Samet Ağaoğlu, Fuat Bayramoğlu, Ahmet Muhip (Ankara Lisesi), Cahit Tanyol ve Salim Rıza Kırkpınar (Gazi Eğitim) gibi isimler vardı.
Yıllar sonra Beş Şehir kitabına dâhil edeceği şehirlerin üçünün malzemesi bu öğretmenlik macerasının mahsulleridir. Tanpınar sırasıyla Erzurum, Konya ve Ankara'da liselerde edebiyat hocalığı yapmıştır. Anlattığı şehirler arasında günlük hayata dair samimi bir üslup ve cümlelerle kurguladığı tek şehir Tanpınar'ın ilk görev yaptığı yer olan Erzurum'dur.
Tanpınar 1932'de Kadıköy Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak geldiğinden aynı dönemde Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde de edebiyat dersleri verdi. Bu dönem Orhan Okay'a göre Tanpınar'ın oldukça verimli bir yayın hayatına girdiği dönemdir. Zira Tanpınar, bilhassa bu dönemde çeşitli dergilerde, gazetelerde şiirlerini ve yazılarını yayımladı.
Liselerde yaptığı bu görevlerin ardından, Güzel Sanatlar Akademisi'nde Ahmet Hâşim'in ölümüyle boşalan estetik mitoloji derslerini vermekle görevlendirildi.
Tanpınar günlüklerinde hoca olmakla ilgili neler söyledi?
Hayatı boyunca öğrencilerle iç içe olan Tanpınar, 1939'da Tanzimat'ın 100. yılı münasebetiyle 19. Asır Türk Edebiyatı adıyla bir kürsü kurulunca Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından gençliğinde öğrenci olarak gittiği Edebiyat Fakültesi'ne yıllar sonra profesör olarak tayin edildi. Bu görevinden sonra Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatı tarihini yazmak için görevlendirildi ve edebiyat tarihi alanında baş yapıt sayılabilecek 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi isimli eserini yazdı.
İnci Erginün ve Zeynep Kerman'ın hazırladığı Günlüklerin Işığında: Tanpınarla Baş Başa isimli eserde, Tanpınar hocalık ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
"Hocalığı 32 senedir sevmedim, sevemedim. Müthiş hoca itiyatlarım var. Öğretmek hoşuma gidiyor. Fakat hoca değilim. Kendi kendimi feda edemiyorum."
Fakat günlüklerine bu cümleyi not eden aynı Tanpınar, 1956'da şu satırları kaydeder:
"Hocalığı severim. 30 sene oldu"
Öğrencilerinin gözünden Tanpınar'ın hocalığı
Fuat Bayramoğlu , Tanpınar'ın hocalığı hakkında; "edebi, zevkli fakat dağınık ve belki biraz tembel olarak tanımışızdır" cümlelerini kurarken Mina Urgan ise, "Hamdi fevkalade bir hocaydı ama metodik değildi, savruktu" ifadesini kullanıyor.
Bir diğer öğrencisi Birol Emil ise Tanpınar'ın hocalığı ile daha olumlu yorumlarda bulunuyor: "Ahmet Hamdi Tanpınar, bir buçuk aydan beri hocamdı. Kendim için çok yüklü bulduğum derslerine alışmaya çalışıyor, her yeni ve güzele duyulan o hayranlıkla cümlelerinden konuşmalarından parıltılar koparmak istiyordum. Fakat anlıyordum ki o sadece derslerinden ibaret değildi."