Arama

Oğuz Atay’ın son öyküsü

Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken kitabının sonunda yer alan son öyküsü, ülkenin çok uzak bir köşesinde, nadiren trenin uğradığı istasyonda seyyar hikaye satıcılığı yaparak geçinmeye çalışan üç kişinin hayatını anlatır. Zamanla tek başına kalan, hikaye satacak kimsesi kalmayan, mektup gönderecek hiçbir adresi bulunmayan ana kahramanın geldiği son noktayı işleyen öykü, dönemin edebiyat ortamına yapılmış alegorik bir eleştiridir.

Karakterler

İstasyon şefi anlatıcının yazdığı konulara karışır, her hikâyeyi dosyalar. Öykücüleri kimi zaman esnaf kimi zaman memur olur. Kimi zaman da yok sayılmak istenen öykücüler hiçbir şekilde tanımlanmaz.

◼ Hikâyede öykücülerden biri olan kadın karakter, hayata katlanamayıp bir gece ansızın bir trene binip gider. Bu olay kadın yazarların edebiyat ortamlarında ciddiye alınmayışına bir eleştiri olabilir.

◼ Gece ekspresi ile gelen yemekli vagon yolcuları burjuvaziyi temsil eder. Yapılan edebiyat konusu ne olursa olsun onlara beğendirilmeye çalışılır. Çünkü sermaye kimdeyse yazının sahibi odur. Yazar, özgün bir edebiyat ortamı yokken bireyci edebiyat yapmaya çalışanların da burjuvaziye yaranmaya çalıştığını düşünür.

Alegori: Bir sanat eserindeki ögelerin gerçek hayattan bir şeyleri temsil etmesi durumu
(TDK)

Burjuva: Şehirde yaşayıp özel imtiyazlardan yararlanan.
(TDK)

Burjuvazi: Kent soyluluk.
(TDK)

Oğuz Atay aslında bütün roman ve hikâyelerinde, kanonlaşmanın gerçek edebiyatın oluşmasını engellemesinden bahseder.

◼ Bu meseleye hizmet eden kişi ve oluşumlar da asla içlerine dışardan birini almak istemez ve yapılan şeyin sanatsal anlamda değeri olsa dahi kendi amaçlarına hizmet etmediği takdirde beğenmezler.

Kanonlaşma: Eleştiri ve müdahale kabul etmeden sanat, bilim vs. eylemleri sürdürmeye eğilimli dışarıya kapalı topluluk.

Hikâyenin sonunda bütün karakterlerin kaybolması ve ana karakterin istasyon şefinin üniformasını giymesinin ardından ben diliyle konuşmaya başlaması, kendi sesini ve özünü bulduğunun ifadesidir.

◼ Ayrıca geçim kaygısı gütmeden yazdığı öykülerin sanatsal olarak daha güçlü ve değerli olduğunu hisseden anlatıcının buna eş zamanlı olarak yapayalnız kalması iyi sanatın bedelini okursuz kalarak ödediğinin bir göstergesidir. Son raddede gideceği ve mektup yazacağı bir adresi olmayan anlatıcı doğrudan okuruna seslenir:

"Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Buna inanmazlardı, bunun için utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. Oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için. Bir zorluk daha vardı o zamanlar. Şimdi de var - yani bir süre geçtiği halde. Kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni düşündürüyor. Bu hikâyemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerede olduğumu bildirmek istiyorum. Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"

Bu satırlar 1977 yılında vefat edip öykünün yayımlandığını göremeyen Atay'ın son sözleridir.

Kaynakça:

◾Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, sf.176; Oğuz Atay'ın "Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya" Adlı Öyküsünü Alegorik Bir Metin Olarak Okumak, Prof. Dr. Mustafa Apaydın, Söylem Dergisi, 2021; Oğuz Atay, Günlük, İletişim Yayınları, sf.262

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN