Ölümden bir şeyler umarak giden genç şair: Cahit Sıtkı Tarancı
Otuz beş yaşı yolun yarısı saydı, ömrünü tamamlayamadan 46 yaşında hayattan ayrıldı. Kendini çirkin gördü kimseyi sevemedi. Beşiktaşlı kız ve Cavidan Tınaz hayatının iki büyük sevdasıydı. Soylu bir ailenin oğluydu. Büyük makamların koltuk sevdasına değil, edebiyatın naif dünyasına kendini kaptırdı. Cahit Sıtkı Tarancı... Türk edebiyatının önde gelen bir şairi…
“HAYDİ ABBAS, VAKİT TAMAM”
İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Paris'ten bisikletle kaçarak Lyon ve Cenevre yoluyla Türkiye'ye dönen Tarancı, 1941-1943 yıllarında askerliğini yaptı. Tarancı, Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde yaptığı askerliği sırasında Türk şiirinin önemli örneklerinden biri olan "Haydi Abbas" eserini kaleme aldı.
"Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her subaya emir eri verilmektedir. Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakarken bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas… Sakat eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas. Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp, "Abbas oğlu Abbas Emret komutan!" der. Aralarında söyle bir konuşma geçer:
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını söyler. Zamanla askerin zekiliği ve sıcaklığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı'nın tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Zaman zaman karşısına alıp dertleşir onunla ve bu Anadolu çocuğunun ruhundaki gizli şeyleri keşfeder. Akşamları yemek sofrasında en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları iyice güçlenir. Böyle bir keyif akşamında Cahit Sıtkı sorar:
-Sen İstanbul'u bilir misin Abbas?
-Bilir komutan.
-Orada bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orada acemi birlikteydim.
-Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı bu itinalı hazırlanmanın sebebini sorduğunda Abbas'ın İstanbul'a gidip kızı getireceğini öğrenir.
Bunun üzerine gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır. Akşam olur. Ağaç altında sofrayı kurdurur ve Abbas'ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kâğıda döker!"
ASKERLİKTEN SONRA İSTANBUL VE ANKARA
Askerliğini bitirdikten sonra, İstanbul'a yerleşen ailesinin yanına gelen Tarancı, kısa bir süre babasının iş yerinde çalıştı. Cahit Sıtkı Tarancı, daha sonra Ankara'ya taşınarak, Anadolu Ajansı'nda ve Çalışma Bakanlığı'nda görev yaptı.
Türk şiirinin klasikleri arasında yer alan "Otuz Beş Yaş" şiirine imza atan Tarancı, 1946'da bu eseriyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği şiir yarışmasında birincilik elde etti ve yurt çapında tanınan bir şair haline geldi.
Tarancı, 1951'de Cavidan Tınaz ile evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini "Düşten Güzel" adlı kitapta bir araya getiren usta şair, 1953'te geçirdiği bir kriz neticesinde felç oldu. Tarancı, yatağa bağlı ve yarı bilinçli olarak İstanbul ve Ankara'da çeşitli hastanelerde tedavi gördü. Bir yıl kadar Diyarbakır'daki baba evinde bakıldı.
Orhan Veli'nin şiirlerini çok severdi. Nitekim yatalak olduğu günlerde kendisini ziyaret eden dostlarına hep Orhan Veli'den şiirler okuturdu. Bir şiirinde Cahit Sıtkı, bardağı tutarken ellerinin titremesinden yakınarak şöyle der:
"Bu el titremesi, kadeh tutarken,
Bu yaşta nasıl koyuyor insana,
Orhan gibi vaktinde gitmek varken,
Değer mi oyalanmana…"
ÖLDÜK, ÖLÜMDEN BİR ŞEYLER UMARAK
Tedavi için devlet tarafından 1956'da Avrupa'ya götürülen şair Tarancı, zatülcenp hastalığına yakalanarak 13 Ekim 1956'da Viyana'da vefat etti. Cenazesi Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'na defnedildi.
Arkadaşı Ziya Osman'a yazdığı mektuplar 1957'de "Ziya'ya Mektuplar" adıyla yayımlandı. Kitaplarına almadığı şiirlerle şiir çevirileri ve kendisi için yazılanlar "Sonrası" adlı kitapta toplanarak 1957'de yayımlandı. Ailesinin Diyarbakır'daki evi 1973 yılında "Cahit Sıtkı Müze Evi" olarak ziyarete açıldı.
CAHİT SITKI İÇİN HAYAT VE ÖLÜM
Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirlerinde dünya hayatına, ölüm ve ötesine dair çeşitli problemler görülür. O, sürekli içinde bulunduğu dünya hayatını ve ötesini anlamlandırmaya ve kendi iç alemini rahatsız etmeyecek bir düzleme oturtmaya çalışmıştır. Bu çabayla birlikte çelişkili manevi duygular, günahkarlık psikolojisi, insan ruhundan feveran eden sonsuzluk ve ölümsüzlük isteği de belirgin olarak göze çarpar. Yaşadığı bohem hayat tarzından memnun gibi görünür fakat gerçekte yaptıklarını kendi de tasvip etmez. İtiraf ettiği günahlar ve özlem duyduğunu belirttiği manevi hislerle beraber ölüm olgusu şairin başına bir kabus gibi çökmekte, yaş ilerledikçe de hayatı anlamsızlaşmaktaydı.
Cahit Sıtkı enteresan bir biçimde ölüm için "adem" tabirini kullanacak derecede öte dünyanın varlığından şüpheli, hem de günahları için Allah'a karşı üzgün ve mahcuptur.
Şiirlerine bütünsel bir gözle bakıldığı zaman, okuyucuya paradokslar halinde kendini gösteren bütün bu karmaşık ruh hali, Cumhuriyet döneminin manevi değerlerden uzak Türk aydınının düştüğü metafizik buhranı gözler önüne sermekte ve şairin hakikat arayışının belki de bile bile aradığı hakikati bulmayı reddedişinin ıstırabını yansıtmaktadır.