Osmanlı toplum hayatı şiirlere nasıl yansıdı?
Bir medeniyetin yansıması olan klasik şiirimize yönelik özellikle de Cumhuriyet'ten sonra yaftamalarda bulunuldu. Halktan bağını koparmış hatta kapalı bir kutu olarak atfedildi. Harf inkılabıyla da yeni nesillere geçmişin kapısı kapatıldı. Bu durum örümceklerin yuva yaptığı raflarda kitapların kapanıp kalmasından başka bir şeye yaramayacaktı. Aksine bu şiirler toplum hayatıyla ilgili pek çok ayrıntıyı barındırıyor. İşte sizler için Osmanlı toplum hayatından beyitlere yansıyan örnekleri derledik.
Giriş Tarihi: 12.07.2019
10:54
Güncelleme Tarihi: 12.07.2020
12:18
Topraktan ya da madenden, içine yağ konulup yan tarafındaki deliğe bir fitil takılarak yakmağa mahsus eski yağ kandillerine çerağ denilirdi. Çerağ aslında kandilin fitili olup parça bütün ilişkisinden dolayı sonraları kandil yerine kullanılır. Çerağ, Farsça bir kelime olup Türkçesi ise çırağ şeklindedir.
Çerağ; tarikat erkân ve ayinlerinde özel bir öneme sahiptir. Her türlü ışıklandırma aracı tarikatlarda çerağ olarak adlandırılmıştır. Çerağ olarak adlandırılan ocak, mum, kandil, lamba vs. gibi aydınlatma araçlarının yakılması veya söndürülmesi icap ettiği zaman çırağı yak, çırağı söndür denilmez çırağı uyandır, çırağı dinlendir denilirdi. Çerağ nefesle söndürülmez, elin hareketiyle dinlendirilirdi.
Özellikle mutfakta yakılan mum ve lambaları uyandırmak için kullanılan kandillere de çerağ denilmiştir. Çerağın kudreti temsil ettiği kanaati de vardır. Osmanlı şairleri çerağı benzetme unsuru olarak çokça kullanmış, çerağ redifli şiirler yazmış, çerağla ilgili birçok tabir üretmiş, imgeler yakalamışlardı. Güzeli uykusundan uyandırmak çerağ yakmaya benzetilir.
Çerâg uyarmadur gün gibi Nazmî
Bir ay yüzliyi uyhudan uyarmak (Edirneli Nazmî)
"Nazmî! Bir ay yüzlüyü uykusundan uyandırmak; güneş gibi çırağı yakmaktır."
ELLERİ BAŞA KOYUP DUALAR ETMEK
Dua edilirken yapılan bedensel hareketler duanın bir parçası sayılır. Ayakta durma, diz çökme, eğilme, secde etme, başını eğme, elleri gökyüzüne doğru kaldırma, iki yana açma, kavuşturma, kenetleme, gözleri yukarıya dikme, elleri birbirine vurma, göğse veya alna vurma, ayakların çıplak veya giyinik, başın açık veya örtülü olması, vücudun bir yere yönelmesi gibi hâller çeşitli dinî çevrelerde dua esnasında görülen farklı davranışlardır.
Elleri başa koymak, elleri göğe doğru kaldırmak birçok dinde karşılaşılan dua etme şekilleridir. İslâm'da yaygın ve tabii dua vaziyeti diz çökerek elleri yukarı kaldırmak ve Allah'a övgü ve dualar etmek şeklindedir. Elleri göğe kaldırarak dua etmek aynı zamanda büyük bir şaşkınlığın, hayranlığın da ifadesidir. Klasik Türk edebiyatı şairleri bu dua şeklini yeri geldiğinde memduhunu övmek, sevgiliye olan bağlılıklarını ifade etmek için şiirlerinde bir mecaz olarak kullanırlar.
Sensin ol mahzen-i devlet ki varup hıdmetüne
Ellerin başa koyup etdi du'alar hatem (İshak Çelebi)
"Devletin mahzeni sensin; mühür senin hizmetine gelip ellerini başına koyup dualar etti."
Beyitte mühür memduhun övgüsünü yapmak için ellerini başına koyup memduhuna dualar eden birine benzetilir. Osmanlı'da mühürler büyük öneme sahip olup değişik şekillerde özenle süslenerek yapılmaktaydı. Mühürlerin rahatça kağıtlara basılabilmesi için üst kısımlarına elle tutulabilecek bölümler yapılırdı. İşte mührün üzerindeki bu bölüm beyitte duaya kaldırılan ellere benzetilir. Ellerin başa kaldırılması dua esnasında ellerin omuz hizasından daha yükseğe kaldırılmasıdır. İçten ve heyecanla yapılan dualar esnasında kişi ellerini yükseklere kaldırır.
Eskiden elma, ayva, armut, üzüm, mısır gibi bazı sebze ve meyveler çürümelerini önlemek, soğuktan korumak için asılarak, serilerek, saman içine konularak veya pamuğa sarılarak saklanırdı. Kışın bu sebze ve meyveler taze taze yemek ya da hamilelere istediklerinde vermek üzere saklandıkları yerlerden çıkarılırdı. Bu uygulamalar yerini soğuk hava depolarına, derin donduruculara bırakmış olsa da günümüzde de sürdürülür. Aşağıdaki beyitte de bulutu pamuğa benzeten şair bu adetle ilgili benzetmeler yapmıştı