Peygamber Efendimiz zamanından Osmanlı'ya meddahlığın serüveni
Meddahlar, kahvehanelerden saraylara kadar her sınıf ve seviyede insanlar için çeşitli hikâyeler anlatarak zarif nükteleriyle asırlar boyunca halkı eğlendirdiler. Peygamberimiz döneminde ortaya çıkan ve Efendimizin soyunu en çok seven kişiler olarak tanımlanan meddahların kültürümüzde fonksiyonları değişse de toplum içindeki etki gücü hep aynıydı. Peki, Osmanlı'nın en renkli zümreleri arasında sayılabilen meddahların, kültürümüzdeki yeri neydi? Hangi meşhur meddahlar adını tarihe yazdırdı ve ünlü yabancı bir ressamın tablosuna yansıdı? İşte, Peygamber Efendimiz zamanından Osmanlı'ya meddahlığın serüveni...
Giriş Tarihi: 18.07.2020
16:40
Güncelleme Tarihi: 18.07.2020
17:19
Sesli dinlemek için tıklayınız.
Arapça medh kökünden gelen meddâh sözlükte "metheden, çok öven" anlamına gelmekteydi. Buna "mâdih, medîhagû, medîhaserâ" da deniliyordu.
Peygamberimiz zamanında ortaya çıkan meddahlıktan yola çıkan Evliya Çelebi meddahların piri olarak Resûl-i Ekrem'i metheden ve mezarı Sivas'ta yer alan Suheyb-i Rûmîve' yi işaret etti.
Çelebi'ye göre Suheyb'in asıl adı Abdülvehhab Gazi idi. Çelebi, ayrıca Suheyb'in daha Câhiliye devrinde Arapların kahramanlıkları konu alan ünlü eserleri Anternâme 'yi okuduğunu, Resûlullah'ın huzurunda Uhud, Mekke, Huneyn gazâlarını okudukça Peygamber'in hoşnut kalarak kendisine ihsanda bulunduğunu kaydetti.
Mimikleriyle cümle kuran son meddah
PEYGAMBERİMİZ ZAMANINDA YÜKSEK MERTEBEYE SAHİPTİLER
Peygamberimiz zamanındaki meddahların ünü sonraki yüzyıllara da yayıldı. İranlı mutasavvıf ve şair Hüseyin Vaiz-i Kaşifi, biat ve şedde uyanlar arasında Peygamber soyunun meddahları kadar yüksek mertebeli bir topluluk bulunmadığını belirtti.
Kaşifi, ayrıca meddahların ehlibeytin menkıbelerini okuduklarını, onları ve sözlerini anarak vakit geçirdiklerini, bu sebeple Peygamber soyunu en çok seven kişilerin meddahlar olduğunu ifade etti.
Meddahlar ilk dönemlerde konularını dinden almış, dini toplantılarda, camilerde Allah'ı, peygamberleri, hükümdarları öven şiirler okudular. Zamanla dini konulardan din dışı konulara doğru kaymaya başlayan meddahlara "kıssahan" adı da verildi. Özellikle ilk dönemlerde meddahlığın dini kaynaklara dayanması onlara halk içerisinde farklı bir saygınlık da kazandırdı.
Ramazan'ın vazgeçilmez sahur eğlencesi: Karagöz ve Hacivat
İSLAM'IN KABULÜNDEN SONRA TÜRKLERİN KÜLTÜR DAİRESİNE GİRDİ
Arapların "kussa", Acemlerin "kıssa-han" adını verdikleri meddahlar Türkler arasında uzun süre varlıklarını sürdürdüler. Meddahlar Türklerin İslam'ı kabul etmelerinden önce halk arasında kahramanlık destanlarını anlatan ozanların bir devamı olarak İslam'dan sonra da kültür dairesindeki yerini aldı. Nitekim, Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden önce gerek Şamanlığın gerekse toplum yapısının etkisiyle hikâye anlatan halk hikâyecileri bulunduğu bilinmekteydi.
Özellikle göçebe Türk obalarında hikâye anlatanlara "baksı" , daha sonra da "ozan" deniliyordu. Ozanların hikâyeleri genellikle, hece ölçüsü ve kopuz adı verilen saz eşliğinde söyleniyordu.
Türk edebiyatında Peygamberimizin kelimelerle portresi
Türk meddahları, pek çok açıdan Arap kültüründeki meddahlardan ayrıldı. Meddahlıkta Arap kültürü etkisinden ziyade kendi gündelik yaşamlarındaki kültürlerini hikayelerine taşıdılar.
Meddahların, 14. yüzyıldan itibaren Anadolu beylerinin saraylarında ozanlarla beraber yerlerini aldıkları görüldü. Bu dönemden itibaren meddahlar artık ayrı bir zümre teşkil ediyorlardı. Bu kişiler daha çok epik konulu anlatılar naklettiklerinden 15. yüzyıldan itibaren meddah adıyla anılmaya başlandılar.
OSMANLI DÖNEMİNDEKİ EN MEŞHUR MEDDAHLAR
14. yüzyıl sonralarında artmaya başlayan meddahlar arasında bazıları ismini tarihe yazdırdı. 14. yüzyılın sonlarında Yıldırım Bayezid döneminde taklitleri ve zekâsıyla padişahı güldüren Kör Hasan, padişahın sarayında yetişen Ahmedî, bilinen en eski meddah hikâyelerinden olan Varaka ve Gülşah'ın yazarı Yûsufî, 1362'de kaleme aldığı Ebû Müslim Hikâyeleri'ni Yıldırım Bayezid'e ithaf eden Kastamonulu Hacı Sâdî en meşhur meddahlardandı.
15. yüzyılda II. Murad devrinde Bursalı Hacı Kıssahan tanınmış bir meddah sanatçısıydı. Fâtih Sultan Mehmed'in sarayında Balaban Lâl ve Ömer adındaki nedimlerle Mustafa adlı kıssahanın isimleri 1478 yılına ait maaş defterinden öğrenilmektedir. Ayrıca 15. yüzyılda Hamzavî mahlasını alan bir kıssahanın bulunduğu da bilinmekte.