Peygamber Efendimiz zamanından Osmanlı'ya meddahlığın serüveni
Meddahlar, kahvehanelerden saraylara kadar her sınıf ve seviyede insanlar için çeşitli hikâyeler anlatarak zarif nükteleriyle asırlar boyunca halkı eğlendirdiler. Peygamberimiz döneminde ortaya çıkan ve Efendimizin soyunu en çok seven kişiler olarak tanımlanan meddahların kültürümüzde fonksiyonları değişse de toplum içindeki etki gücü hep aynıydı. Peki, Osmanlı'nın en renkli zümreleri arasında sayılabilen meddahların, kültürümüzdeki yeri neydi? Hangi meşhur meddahlar adını tarihe yazdırdı ve ünlü yabancı bir ressamın tablosuna yansıdı? İşte, Peygamber Efendimiz zamanından Osmanlı'ya meddahlığın serüveni...
Giriş Tarihi: 18.07.2020
16:40
Güncelleme Tarihi: 18.07.2020
17:19
Sesli dinlemek için tıklayınız.
İSLAM'IN KABULÜNDEN SONRA TÜRKLERİN KÜLTÜR DAİRESİNE GİRDİ
Arapların "kussa", Acemlerin "kıssa-han" adını verdikleri meddahlar Türkler arasında uzun süre varlıklarını sürdürdüler. Meddahlar Türklerin İslam'ı kabul etmelerinden önce halk arasında kahramanlık destanlarını anlatan ozanların bir devamı olarak İslam'dan sonra da kültür dairesindeki yerini aldı. Nitekim, Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden önce gerek Şamanlığın gerekse toplum yapısının etkisiyle hikâye anlatan halk hikâyecileri bulunduğu bilinmekteydi.
Özellikle göçebe Türk obalarında hikâye anlatanlara "baksı" , daha sonra da "ozan" deniliyordu. Ozanların hikâyeleri genellikle, hece ölçüsü ve kopuz adı verilen saz eşliğinde söyleniyordu.
Türk edebiyatında Peygamberimizin kelimelerle portresi
Türk meddahları, pek çok açıdan Arap kültüründeki meddahlardan ayrıldı. Meddahlıkta Arap kültürü etkisinden ziyade kendi gündelik yaşamlarındaki kültürlerini hikayelerine taşıdılar.
Meddahların, 14. yüzyıldan itibaren Anadolu beylerinin saraylarında ozanlarla beraber yerlerini aldıkları görüldü. Bu dönemden itibaren meddahlar artık ayrı bir zümre teşkil ediyorlardı. Bu kişiler daha çok epik konulu anlatılar naklettiklerinden 15. yüzyıldan itibaren meddah adıyla anılmaya başlandılar.
OSMANLI DÖNEMİNDEKİ EN MEŞHUR MEDDAHLAR
14. yüzyıl sonralarında artmaya başlayan meddahlar arasında bazıları ismini tarihe yazdırdı. 14. yüzyılın sonlarında Yıldırım Bayezid döneminde taklitleri ve zekâsıyla padişahı güldüren Kör Hasan, padişahın sarayında yetişen Ahmedî, bilinen en eski meddah hikâyelerinden olan Varaka ve Gülşah'ın yazarı Yûsufî, 1362'de kaleme aldığı Ebû Müslim Hikâyeleri'ni Yıldırım Bayezid'e ithaf eden Kastamonulu Hacı Sâdî en meşhur meddahlardandı.
15. yüzyılda II. Murad devrinde Bursalı Hacı Kıssahan tanınmış bir meddah sanatçısıydı. Fâtih Sultan Mehmed'in sarayında Balaban Lâl ve Ömer adındaki nedimlerle Mustafa adlı kıssahanın isimleri 1478 yılına ait maaş defterinden öğrenilmektedir. Ayrıca 15. yüzyılda Hamzavî mahlasını alan bir kıssahanın bulunduğu da bilinmekte.
15. YÜZYILDA MUHTEVA AÇISINDAN DEĞİŞİKLİK GÖSTERDİ
15. yüzyıldan itibaren meddahlık geleneğinde birtakım değişimler gerçekleşti . Zaman içinde dini konulardan uzaklaşan kıssahanlar, dinleyicilerin ilgisini daha fazla çekebilmek için anlattıkları kıssalarda geçen çeşitli hayvanlarla canlıların ses ve hareketlerini taklit etmeye başlamışlardı.
15. yüzyılda da Hz. Peygamber'i, ailesini ve din büyüklerini metheden kıssahanlar bulunmakla beraber hepsine meddah deniliyordu. Bu unvan zamanla genelleşti, anlatılan konulara bakılmaksızın hemen hepsi meddah ortak terimiyle adlandırıldı.
16. yüzyıla gelindiğinde meddahların sayıları arttı, toplum içerisindeki fonksiyonları değişti. Meddahların ne gibi nitelikleri bulunması gerektiğini anlatan Fakirî Risâle-i Ta'rîfât'taki beyitiyle meddahın toplumdaki konumunu belirtti.
"Bilir misin nedir âlemde meddâh Biribiriyle halkı ede ıslâh"