Sezai Karakoç Sözleri Ve Şiirleri
Edebi ve düşünce hayatını diriliş nesli olarak tanımladığı gençliğin yetişmesine adayan Sezai Karakoç, ömrünü, insanımızın şuur kazanması ve özbenliğine dönmesi için adadı. Fikir ve şiirleriyle çağımıza damga vuran, yaşamı boyunca ümmetin meselelerine odaklanan Türk edebiyatının dönüm noktalarından şair, yazar, fikir adamı Sezai Karakoç, 88 yaşında Rahmet-i Rahman'a kavuştu. Mekanı cennet, makam-ı ali olsun. İslam ümmetinin başı sağ olsun.
Giriş Tarihi: 16.11.2021
18:36
Güncelleme Tarihi: 16.11.2022
12:53
Lili şiirinin öyküsü ile ilgili haberimize ulaşmak için tıklayın
Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli Ne söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli Altın saçlarını yana atışı yok mu Lilinin Lilinin yağdan kıl çekercesine inanışı Lilinin yağdan kıl çekercesine yaşayışı yok mu Kuklalar titremesin ne yapsın Adam konuşmasını bilmezse ne yapsın Kuklaların kukla olmadığı besbelli Lilinin çekip gideceği besbelli Lilinin dönüp geleceği besbelli
Ekmek ha bakkalın olmuş ha Cabaret de Paris'nin Sen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte Lili Ekmek ne kadar Allahınsa Lili de o kadar Allahın Lili Yüzün ruhun kadar aydınlık ya Lili Gönlün soğuk sular güzel aynalar gibi ya Lili Anladın ya kutunun içinden çıkan mendil Olamaz Üsküdardan geçeriken bulduğun mendil
-Bizi bırakıp nereye gidiyorsun Lili Demek bizi bırakıp gidiyorsun Lili Sen daima güzeller güzelini bulursun Lili Sen istesen de taş yürekli olamazsın Sen daima güzeller güzeli olursun Lili Demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın Hangi kuş hangi şafakta ölecek görmeyeceksin Öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü Lili Tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü Sen daima Sultanlar Sultanı olursun Lili Demek sen gidiyorsun Lili Bizi öpmeden mi gideceksin Lili
Lilinin güneşin altında duruşu yok mu Perdeleri sıyırıp çirkin adamı burnundan yakalayışı yok mu Eline bavulunu alışı yollara koyuluşu yok mu Çirkin adamın güzel adam oluşu yok mu Yaklaşıp onu saçlarından yakalayışı Uzaklaşıp yollarda yol oluşu yok mu Lilinin bir tavşan gibi koşuşu Keklik gibi dönüp bakışı ve yıldırım gibi koşuşu yok mu Adam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarı Lilinin adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu
Ben konuşmasını bilmem Lili
Sezai Karakoç
Karakoç'un eserlerinin genel karakteristiğini anlamak, diplerdeki mana incilerine ulaşmak isteyenler alıntılar
Doğuda bir baba vardi Batı gelmeden önce Onun oğullari batıya vardı
Birinci oğul batı kapılarında Büyük törenlerle karşılandı Sonra onuruna büyük şölen verdiler Söylevler söylediler babanın onuruna Gece olup kuştüyü yastıklar arasında Oğul masmavi şafağin rüyasında Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı Öcünü alsın diye kardeşini yolladı İkinci oğul Batı ülkesinde Gezerken bir ırmak kıyısında Bir kıza rastladı dağların tazeliginde Bal arılarının taşıdığı tozlardan Ayna hamurundan ay yankısından Samanyolu aydınlığından inci korkusundan Gül tütününden doğmuş sanki Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu Saçlarını güneş destelemiş Yıllarca peşinden koştu onun Kavuşamadı ama ona Batı bir uçurum gibi girdi aralarına Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr Alıp götürdü onu Ve ikinci oğulu Sivri uçurumların ucunda Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda Baba yağmurlardan anladı bunu Yağmur suları aci ve buruktu İşin künhüne varsın diye Yolladı üçüncü oğlunu
Üçüncü oğul Batıda Çok aç kaldı ezildi yıkıldı Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı Fakat batinin büyüsü ağır bastı İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı Sonra büsbütün unuttu onları Şef oldu buyruğunda birçok kişi Kravat bağlamasını öğrendi geceleri Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler Patron oldu ama hala uşaktı Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda Ondan hesap sordu o da Sırf utançtan babasına Bir çek gönderdi onunla Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı Bu yüklü çeki İyice yaşlanmıştı ama Vazgeçmedi koyduğundan kafasına Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya Dördüncü oğul okudu bilgin oldu Kendi oymak ve ülkesini Kendi görenek ve ülküsünü Günü geçmiş bir uygarlığa yordu Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı Batı bilginleri bunu kutladı O da silindi gitti binlercesi gibi Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan Beşinci oğul bir şairdi Babanın git demesine gerek kalmadan Geldi ve batının ruhunu sezdi Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair Topladı tomarlarını geri dönmek istedi Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini Kum gibi eridi gitti yollarda Sıra altıncı oğulda O da daha batı kapılarında görünür görünmez Alıştırdılar tatlı zehirli sulara Içkiler içti Kaldırım taşlarını saymaya kalktı Ev sokak ayırmadi Geceyi gündüzle karıştırdı Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara
Baba ölmüştü acısından bu ara Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda Bir de o talihini denemek istedi Bir şafak vakti Batıya erdi En büyük Batı kentinin en büyük meydanında Durdu ve tanrıya yakardı önce Kendisini değistiremesinler diye Sonra ansızın ona bir ilham geldi Ve başladı oymaya olduğu yeri Başına toplandı ve baktılar Batılılar O aldırmadı bakışlara Kazdı durmadan kazdı Sonra yarı beline kadar girdi çukura Kalabalık büyümüş çok büyümüştü O zaman dönüp konuştu : Batılılar ! Bilmeden Altı oğlunu yuttuğunuz Bir babanın yedinci oğluyum ben Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden Babam öldü acılarından kardeşlerimin Ruhunu üzmek istemem babamın Gömün beni değiştirmeden Doğulu olarak ölmek istiyorum ben Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var : Karşınızdakini değistirmek Beni öldürseniz de çıkmam buradan Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki Fakat değişmeyecek ruhum Onu kandırmak için boşuna dil döktüler Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar En onulmaz yarası olanlar Ta kalblerinden vurulmuş olanlar Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar
Sezai Karakoç
◾ Edebi ve düşünce hayatını diriliş nesli olarak tanımladığı gençliğin yetişmesine adayan Karakoç'un şiirleri Büyük Doğu, Hisar (1951-54), Mülkiye (1952-53), İstanbul (1953-57) Şiir Sanatı (1955), Hamle (1955), Pazar Postası (1957-58), Türk Yurdu (1959), Hür Söz (1961), Soyut (1965), Hilâl (1965) ve Diriliş (1960-92) dergilerinde yayımlandı.
Necip Fazıl neden Sezai Karakoç'u acil olarak İstanbul'a çağırdı?
Sezai Karakoç, Denizin Kentini Yaktım
Denizin kentini yaktım Vızıldayıp duran kafamın ortasında Denizin kentini yaktım Hurma şırıltılarıyla
Denizin kentini yaktım Beni çocukluğumdan koparan Denizin kentini yaktım Bir kent kadın kabuklarından
Denizin kentini yaktım Miras kalmış bir alevle Denizin kentini yaktım Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle
Tanrıyı anarak kalbi atan Cami sütunları boğdu Sararmış gözyaşlarıyla Kararmış denizin kentini
İstanbul ey sevgili şehir Dön dön karadan gelen sesime Son veren zaman yatırında Denizden getirilen biçimine
Sezai Karakoç
◾ Usta kalemin "Mona Roza" şiiri 1950'li yılların başlarında büyük ilgi görürken, ikinci şiiri "Rüzgâr" Hisar (Şubat 1951) dergisinde çıktı.
Sezai Karakoç'u gözünden Akif'in şiirinin temelleri
Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat'ten
Sezai Karakoç'a göre şair kimdir?
Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı Günlere geldim bunu bana öğretmediniz Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim Bunu bana söylemediniz İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler Bunu bana öğretmediniz Kardeşim İbrahim bana mermer putları Nasıl devireceğimi öğretmişti Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz
Bir kentten daha geçtim Buğdayları yakıyorlardı Yedikleri pirinçti Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı Pirinçler gibi çoğalıyorlardı Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum Öpüp çıkıp gittim yelelerini
Sezai Karakoç
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; şair, yazar ve fikir adamı Sezai Karakoç'un vefatı dolayısıyla sosyal medya hesabından başsağlığı mesajı paylaştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, paylaşımında, "Fikirleriyle nesillere yol gösteren, edebiyatımızın, düşünce dünyamızın, ülkemizin büyük mütefekkiri, 'Diriliş Şairi' Sezai Karakoç Beyefendi'nin vefatını derin bir teessürle öğrendim. Merhuma Allah'tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı diliyorum." ifadelerini kullandı.
Son kaya iniyor kuyu aydınlanıyor Ses insanın derinlerde parlayan Son isyan denemesi oluyor güzel İçimde yaman tutuk bir şair doğuyor Tut elimden Dosta düşmana karşı bir iyi konuşayım Tut Kulede saat kırılmasın Geyikler sağır Rüyalar boğuk olmasın
Son kıral ağlıyor, üstünde son kuş yoruluyor Halkın kayıp annelere karşı saygısı yok Tut elimden Düşen tüyleri toplayalım Tut İsimsiz çocuk ağlamasın Kuyuda ışık sönmesin Kırk oda içiçe dönmesin Halayıklar sağır Dualar boğuk olmasın
Son insan yürüyor Tut elimden kaçalım Kaçalım kaçalım Bizi kimseler görmesin Arıyanlar bulmasın Tren duvarları sarsmasın Yürek bu kadar hızlı çarpmasın Kan böylesine hızlı akmasın Askın kulakları sağır Sesi boğuk olmasın
Sezai Karakoç