Arama

Türkiye'nin roman haritası

Edebiyata yön veren yazarların çoğu yaşadığı şehrin kültüründen, tarihinden ve dokusundan etkilenir. Okuduğumuz romanların kahramanları ve hikâyeleri kadar, yaşadıkları yerler de bizleri sarıp sarmalar. Edebiyatımızda en çok mesken tutan mekân ise İstanbul olarak bilinir. Burada başlayıp şekillenen roman sevdasında en büyük etken, yayınevlerinin, gazetelerin ve matbaaların burada olmasıdır. Anadolu'yu ise daha çok Milli Mücadele ve Erken Cumhuriyet anlatıları ve sonrasında köy romanlarında görmek mümkün.

  • 27
  • 42
KAYSERİ; Acemiler, Erhan Bener, 1952
KAYSERİ; Acemiler, Erhan Bener, 1952

Avukat Refet Bey'in evi, Keçikapı'dan Talas caddesine çıkan kestirme yolun üzerindedir. Kayseri'de eşine az rastlanan ahşap bir yapı. Kenarları fırlamış, yüz tahtaları kararmıştır. Kapının numarası Arap rakamlarıyla yazılmış. Su, elektrik plakaları Türkçe, damın bir ucunda bir at nalı, bir boynuz, bir çift mavi boncuk sarkar. Geçmişte yangın tehlikesi geçirmiş saçaklar, kopuk kopuk, kömürleşmiş. Pencereler dar, perdeler sımsıkı örtülüdür. Çıngırağın ipi çekilince, payandaları alınıverse yıkılacakmış gibi duran ikinci katın köşe penceresindeki perde aralanır, çekingen bir yüz, gelenin kim olduğuna bakar. Ayrıntı Yayınları, 2012, s.32.

Erhan Bener kimdir?

Türk yazar. Türkiye'nin ilk fen doktorlarından Raşit Bener'le Mediha Hanımın oğlu, felsefeci Cemil Sena Ongun'un yeğenidir. Ortaöğrenimini, öğretmen olan babasından ötürü Anadolu'nun çeşitli il ve ilçe merkezlerinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1950 yılında mezun oldu.

  • 28
  • 42
KONYA; Küçük Ağa, Tarık Buğra, 1963
KONYA; Küçük Ağa, Tarık Buğra, 1963

Önce Tekke Deresi'nin üstü karardı, sonra şimşekler çakmaya başladı, ardından da yağmur boşandı. Kasabanın doğuya meyilli sokaklarında sağlı sollu ırmaklar peyda olmuştu. Gökyüzü neyi var neyi yoksa boşaltacak gibi idi. Akşehir 1919'un baharını, büyük çöküntüden sonraki ilkbaharını karşılıyordu: Parasızlık, yokluk ve açlığa karşı belli belirsiz bir ümit baharı bekliyordu. Bu ümidin hatta adını söyleyebilecek bir babayiğit zor çıkardı. Fakat ne de olsa artık üşümeyecekler, hiç değilse soğuktan kurtulacaklardı. Ve soğuk, yaşlılarla çocuklar için açlık kadar yıkıcı idi, açlıkla büsbütün katlanılmaz oluyordu. Ötüken Neşriyat, 2001, s. 7.

  • 29
  • 42
MANİSA; Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, 1973
MANİSA; Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, 1973

"Arap rakamlarıyla 'bir, iki, iki delik' bin iki yüz elli beş ediyor; şimdiki tarihle bin sekiz yüz otuz dokuz. Caddeye bakan yüzü aşı boyalı. Üç mermer basamakla çıkılan dış kapı iki kanatlı, yarıdan yukarısı camlı, demir parmaklıklı, kapının iki yanındaki iki büyük pencere de parmaklıklı; öteki katların pencerelerinde parmaklık yok. Kapının üstündeki kemerde koyu yeşil üstüne ak yazılı büyük teneke levha: ANAYURT OTELİ." Can Yayınları, 2017, s. 13.

  • 30
  • 42
MUĞLA Aganta Burina Burinata Halikarnas Balıkçısı, 1945
MUĞLA Aganta Burina Burinata Halikarnas Balıkçısı, 1945

Rahmetli babamı anarlarken, "Nur içinde yatsın, ya da, "Toprağı bol olsun, demezlerdi. Çünkü, babam denizde boğulmuştu. Ama, boğulan yalnız o muydu? Soyumuzdaki erkeklerin çoğu, denizde kalmıştı. Anam, kaptan kızıydı. Babama varınca kaptan karısı oldu. "Babamı doyasıya göremedim. Evlendim, kocamla iki aycağız sürekli yaşayamadım" der, beni gösterir, "Buncağız da denizci olursa ne yaparım? Kaptan kızı, kaptan karısı olduğum yetmezmiş gibi bir de kaptan anası olmasam bari" diye eklerdi. Mezarlık servilerinin altında ninelerim, teyzelerim yatarlardı. Oysa, erkek akrabamın mezar taşları yoktu. Neredeydiler? İnsan çeşitli yerlerde ölür -ne bileyim, dağda, taşta, savaş alanlarında- ama, denizden başka her yerde bir izi, bir kemiği, dikili bir mezar taşı kalır. Denizde boğulan denizcinin ise, tıpkı bir hülya, bir rüya gibi, tam bir kayboluşu, bir silinişi vardır. Anam, "Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar" derdi. Bilgi Yayınları, 1997, s. 7.

  • 31
  • 42
NEVŞEHİR; Unutkan Ayna, Gürsel Korat, 2016
NEVŞEHİR; Unutkan Ayna, Gürsel Korat, 2016

"Nevşehir'in tek çerçisi Boğos'u sabaha karşı vurdular."

Bu söz, Çerçi Boğos'un aklından şöyle bir geçti. Bir tanıdığı söylemiş de aklında kalmış gibi. Gökyüzü karanlıkla sarmalanmıştı, yıldızlar ışıl ışıldı, bir bağ yolunda durup atını dinlendirirken, uzaktan uzağa şakıyan bülbülün sesini dinleyerek elindeki kayısı kurusunu ağzına attı; sonra meyvenin ekşiliğini damağında duya duya ölümü düşündü, dilini dudağını büzerek geceyi dinledi. İğde ağaçlarının çiçek açma zamanıydı, yol boyunca dizili ağaçlardan iğde kokusu geliyordu.

"Vurulup ölsem" diyerek kahırlandı Boğos, başını dünya boş anlamında sağa sola salladı, "Nevşehirliler bana acıyacak değil ya…" Yekinip ayağa kalkmak için elini yere bastırdı, ıhlayarak doğruldu; yük taşımaktan beli incinmiş olmalıydı, kayısının ne de güzel ekşisi vardı.

Vurulup ölsem… Nevşehirli bana acımaz da, artık kimsenin getirmez olduğu kayısı kurularına, pestillere, pekmezlere acır. Kim getirecek bunları, tek çerçimiz oydu, der. Yapı Kredi Yayınları, 2016, s. 13.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN