Ayçin Kantoğlu: Gazze’deki çocuklar uyuyan kalpleri uyandırıyor
Biliyorsunuz iki aydır büyük bir acı içerisinde yaşıyoruz. Yaptığımız hiçbir şey içimize sinmiyor. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz; dua ediyoruz, ağlıyoruz, konuşuyoruz, boykot ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde çok güzel bir ses duyduk. "Gazze'den başka herkesin, her yerin işgal altında" olduğunu söylüyordu bize. O sesin sahibi Ayçin Kantoğlu ile Gazze'ye, insanlığa, vicdana dair güzel bir sohbet ettik.
Giriş Tarihi: 10.12.2023
10:44
Güncelleme Tarihi: 12.12.2023
11:09
Ayçin Kantoğlu: İşte o perde yıkılmıştır
Siz Karagöz Hacivat sever misiniz? Hatırlar mısınız çocukluğunuzda, orada bir söz geçer, der ki, "yıktın perdeyi eyledin viran koşup sahibine haber edeyim heman." İşte o perde yıkılmıştır ve o çocuklar perdenin sahibine haber vermişlerdir. O perde dürülür sizde ben de içinde kalırız ama mutlaka yıkılan perde tamir olunur, yeniden açılır ama artık nasıl olur oraları da pek düşünmek ben de istemiyorum, çok büyük bir hüzne kapılıyorum. Yani orada hali hazırda ama diyen, efendim, şu şu saiklerle biz bu meseleye bakıyoruz, onlar da saldırdı, 7 Ekim olmasaydı , onu da duyduk o ne kadar korkunç bir cümleydi ben insanlığımda utandım dinlerken. 50.000 tane içeride hamile kadın bebek bekleyen anne adayı var, eğer 7 Ekim saldırısı yapılmamış olsaydı onlar bugün problemsiz bir hayata devam ediyordu, kabilinde bir açıklama duydum. Fevkalade yanlış buluyorum. Bu iş 7 Ekim'de falan başlamış değildir, onların yaşadığı o mezalim çok uzun yıllardır var ama artık önümüzdeki gördüğümüz o şiddet iyice böyle küstah bir şekilde kendini tezahür ettirdi.
Böyle bakılamaz o meseleye, o çok net. Bunu yapanı böyle laflar söyleyeni abuk sabuk konuşanı bu son derece ciddi meseleye dair…
Karşımızda çok küstah bir şiddet ve çok şuurlu bir kötülük var: Örgütlü bir kötülük . Kötülük dediğiniz şey işte bu… Bugüne kadar hikâye edilmiş olan kısmını bir tarafa bırakın, unutun onu. Hakiki manası ile bir kötülük tasviri tam karşınızda, vücut bulmuş şekilde fail olarak çeşitli cürümler işliyor. Meseleye öyle bakın, artık size bir şeyin hikâye edilmesine ihtiyacınız yok çünkü onun bizzat bir parçasısınız, böyle bir hal!
Ayçin Kantoğlu: Bunlar hep tabii strateji
Bu noktadan ele aldığımızda aydınlar, münevverler Filistin olayına nasıl dahil olmalı?
Yurt dışında da birtakım örnekler görüyoruz. Özellikle akademik camia üzerinde ciddi baskılar uygulanıyor. Antisemitizm antisiyonizme eşitleniyor. Bunlar hep tabii strateji. Bu işin başına döndüğünüzde Amerikan başkanının koşarak gittiği İsrail'de yaptığı bir konuşma vardı. Çok berbat bir konuşmaydı. Hamas'ın dünyanın bütün kötülüklerinin adeta kapısını açtığını, onu içinde barındıran kutunun kapağını açtığına benzeyen bir cümle sarf etmişti. Oradan da Hamas'ı IŞİD ile, IŞİD'i Filistin ile bağlamıştı. Bu biraz kedinin yavrusunu yemeden önce fare görmesine benzer. Bu argümanı ortaya attılar ki "bu insanlar terörist diyebilsinler" buna benzer bir vaziyeti de şu anda siyonizm üzerinde uyguluyorlar. Artık siyonizm ideolojisini eleştirdiğiniz zaman bu bir Yahudi aleyhtarlığı statüsünde kabul görüyor, o şekilde muamele ediliyor. Ama tabi aklı başında, vicdanlı insanlar dünyanın her yerinde var. Onların ayağa kalktıklarını ve nasıl davrandıklarını görebiliyoruz. Bundan daha duyarlı bir davranışı kendi coğrafyamızda, kendi insanlarımızdan beklemek hakkına da sahibiz, bu meşru bir haktır çünkü biz, kendi insanlarımıza itibar tahsis ediyoruz.
Hoca oldukları için, sanatçı oldukları için, akademisyen oldukları için, edebiyatçı oldukları için…
Bunlar hep itibar gören makamlar, itibar gören meslekler. Bizim de kendileri ile gurur duyduğumuz kimseler tarafından işgal edilmiş yerlerdir. Bu itibarın gereğini onlardan elbette bekliyoruz. Bu çok meşru bir taleptir.
Fakat suskun buluyoruz onları. Sebebini düşünüyorum: Yurt dışına bir daha vize alamamak mı acaba onları korkutuyor? Veya akademik çalışmalarının yurt dışında 7 Ekim öncesi gibi değerlendirilmeyeceğinden mi endişe ediyorlar? 7 Ekim öncesi ve sonrası ile alakalı ciddi bir dönüşüm, bir kırılma yaşadığımız muhakkak. Bundan endişe etmesinler. Çünkü bu güç, bu örgütlü güç eğer karşı konulmazsa eğer bir şekilde sınırlandırılmazsa eğer eli kolu bağlanmazsa biz onun hedeflerinden biriyiz.
Ayçin Kantoğlu: Ama bu suskunluk hayırlı bir işaret değildir
En yetkili ağızlardan bunları dinledik. Bir takım kehanetlere dayandırdıkları, kendilerinin asli mirasçısı olduğunu düşündükleri topraklar bizim topraklarımız. Biz bunlarla eninde sonunda karşı karşıyayız. Bunun bir kaçarı olduğunu düşünmüyorum. Böyle bakıldığında elbette bunu bir münevver, bir basiret sahibi, feraset sahibi insan "senden, benden, bizden" çok daha önce fark edebilir.
Ama bu suskunluk hayırlı bir işaret değildir. Konuşmaktan çekinmemek icap eder. Bunları bekliyoruz. Ben hala belirli bir kitlenin bu konudan bu kadar uzak duruyor oluşunu üzüntüyle tespit ediyorum. Buna hakkınız yoktur! Bu vatanın bir ferdi, itibar gören saygın kimseler olarak susmak hakkına sahip değilsiniz! O halde biz de o tahsis edilen itibarı geri almak hürriyetine sahip oluruz ki bu sanıyorum hiç kimseyi memnun etmez.
Umarım konuşurlar.
VIDEO
Ayçin Kantoğlu: Ben Gazze'de şehit edilen o mübarek insanların, bir tohum olup adeta bir ölüp bin dirileceğine inanıyorum
Biraz önce söylediğiniz gibi Batı'da İslam'ı araştırmaya başlayan bir kesim var. Aynı zamanda Batı'da İslamofobi diye de bir gerçek var. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
İslamofobi, İsrail'in işine yarayan bir argüman . Batılı insanın kendine bu yıkılan düzenden sonra bir alternatif arayışı da elbette İslam cephesine artı yazılacak bir durum. Ben inanıyorum, Gazze'de şehit edilen o mübarek insanların, şehitlerin, çocukların, mücahitlerin, kadınların, yaşlıların bir tohum olup adeta bir ölüp bin dirileceğine ve bütün dünyaya saçıldıklarını görebiliyorum. Bu çok fevkalade bir sürece işaret ediyor. Çünkü Gazze'de insanlar bir din tebliğ etmek telaşında değiller, tabiatıyla da değiller. Orada bir can pazarı kurulmuş durumda ve mevcudiyetlerini sürdürmek, zalime boyun eğmemek, hürriyetlerini kazanmak gibi onların önceledikleri meseleler var ama bunu yaparken sergiledikleri tavır o kadar etkileyici ki oradaki vakaret, metanet, çelik gibi bir iman, kesintisiz bir hamdetme hali. Bunu gözlemleyenler bakımından fevkalade etkileyici. Bu kitabı tarif etmekle, tefsir etmekle, dini tebliğ etmekle ulaşılabilir bir nokta değil. Bizatihi buna tanık olmakla alakalı. Yani peygamberleri görenlerle sonradan onu dinleyenler arasındaki fark gibi düşünün. Şu anda insanlar İslam'ı birebir görüyorlar ve hiçbir harfe dökülmeyen bir anlatıyla görüyorlar. Tıpkı çocukların kendi hikayelerini yine hiçbir lisan olmadan anlatmaları gibi. O çocuklar konuşuyor ama bir lisanları yok. Dünyada farklı farklı lisanlar var ve onların hiçbirine vakıf değiller ama bir şey anlatıyorlar. Bu öyle bir kuvvetli bir hal ki İsrail ve yandaşları, destekçileri her türlü imkanlarını kullanmalarına rağmen bu anlatıyı durduramıyor. Bu fevkalade bir haldir. Önüne geçilebilir bir hal değildir. Bu dünyada da bunun önüne geçebilecek bir güç bana sorarsanız yoktur.
Ayçin Kantoğlu: Bu kanlı el, bizim kursağımıza kadar girmiş durumdadır
Boykot meselesine kapsamlı olarak giriş yapmak istiyoruz. Biliyorsunuz ki çok güzel bir boykot süreci geçiriyoruz fakat fikri bir boykot, bilinçli olarak bir boykot nasıl gerçekleştirebiliriz? Sonuçta Batı kendini demokrat olarak gösteriyor ama demokrat davranmıyor. Fikri olarak da onlardan besleniyoruz; psikolojisinden besleniyoruz, İnsan hakları Beyannamesi'nden yararlanıyoruz. Bu minvalde şunu sormak istiyorum; bilinçli olarak, fikri olarak boykot nasıl yapabiliriz, neler yapabiliriz?
Ben bunu konuşmada da söyledim, çok dikkat çekici bulundu. Ama geçerli bir tavsiye; anam babam usulü, dedim. Kör makası sandığınızdan çıkarıp kendi hayatınıza bir bakıp... Çünkü bu kanlı el bizim kursağımıza kadar girmiş durumdadır. Kullandığımız her malzemede bunların izleri var. Tabii hangi firma ne kadar destek veriyor derseniz o ayrı bir çalışma konusu ama dünyanın neresinde olursanız olun bazı markalar, bu fikri atın, bu ideolojinin emperyalizmin adeta dünyadaki bayrağı şekline dönüşmüştür. Onları protesto ederek başlamakta hiçbir sakınca görmüyorum. Onları boykot etmek zaten yani bu olay olmasa bile sadece sağlık bakımından meseleyi ele alsanız bile yani birtakım melanet şerbetlerini hayatınıza sokmamak hususunda bir kararlılık gösterebilirsiniz, bu meşrudur. Sağlık bakımından gerekçeleri de herkesçe kabul edilebilir ama böyle bir durumda bu bir mecburiyettir, bir zorunluluktur. Yani o çocuklar orada aç ve susuzlar, öyle ölüyorlar. Şimdi onlar su bulamazken bir kimsenin bir takım keyfi unsurlardan vazgeçemiyor oluşu açıklanabilir bir hal değildir. Yarın ahirette bu işlerin vebali olur. Sorulacak sorulara cevap verebilecek durumda olmak lazım. "Çok büyük beklentilerin var mı?" derseniz, yani bu kurumlar artık devasa markalar haline dönüşmüşler ve dünyanın her yerinden adeta hortumlayarak insanların cebindeki parayı alıp götürüyorlar ve bunları İsrail'e destekleyecek şekilde pay ediyorlar. Vallahi "ben kuru ekmeği sirkeye banarım" bunu söylüyorum, ama gidip de bunlara bu parayı vermem. Gerekiyorsa da kuru ekmek ve sirke yerim. Yani o kararlılıkta olmak lazım. Tabiatıyla yani kullandığımız bütün malzemelerde aşağı yukarı listeler var. Şimdi genç insanlar bu konuları çok iyi kafa yoruyor.