"Şu dünyanın bir mirasçısı varsa onlar çocuklardır!" I Ayçin Kantoğlu 🎤
Filistin ve Gazze halkı her geçen gün soykırıma uğramaya devam ediyor. Sabah gözlerini yeni bir güne açabildiklerinde, içlerindeki umut biraz daha yeşeriyor. Seslerine ses olabilmek adına bizler de gücümüz yettiğince yanlarında olmaya devam ediyoruz. "Gazze'nin size insanlığınızı hatırlatmasına müsaade edin." diyen Ayçin Kantoğlu ile ikinci röportajımızı gerçekleştirdik. Çevremizde gördüğümüz tüm şefkatsizliğin ve merhametsizliğin altında "yalnız" bir insanın olduğunu vurgulayan Kantoğlu, "Gazze sizin, örtülerin altından çıkmanızı sağlayabilir. Bu yüzden cesur ve samimi olun. Çünkü bütün bu ihtirasın, şefkatsizliğin, arzu ve isteklerin altında "yalnız bir insan" var. O sizsiniz!" diyor.
Giriş Tarihi: 09.08.2024
14:22
Güncelleme Tarihi: 09.08.2024
16:42
Söyleyecek hiçbir şeyin yok mu?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Kapatma kardeşim. Sana verilen o gözleri hakikate şahitlik ederken kullan. O dil, o gözün gördüğüne ihanet etmesin. Ne görüyorsan onu söyle. Dürüstçe. Yani bu oyunlardan yıldık. Oradakiler terörist falan değiller. Son derece düzgün insanlar. Yüz senedir olmayacak işlere göğüs germekteler. Sabretmekteler, mücadele etmekteler. Sen bunu anlamayacak kadar insanlıktan düşmüş olma lütfen. Ha bir de oradaki çoluk çocuğun ölümünü de hiçe sayanlar var. Onlar sanıyorum az bir kesim. Öyle olduğunu ümit ediyorum. Zaman zaman sosyal medyada karşılaşıyoruz. İşte bir mesajın bir tweetin altına hemen gelip yanaşıyorlar. Yani bir çocuğun hangi ünsiyeti üzerinden onun ölümü hak ettiğine veya hak etmediğine karar verir insan? Nasıl verebilirsin? Yani bu Arap ise öldürülebilir, Ukraynalı ise kurtarılsın, Amerikalı ise kıymetli, Türk ise hayatının bir kıymeti yok mu? İnsan dünyaya gelirken nerede hangi ailede hangi ülkede hangi coğrafyada dünyaya geleceğine kendisi mi karar veriyor? Öldükten sonra ne yapacaksın? Allah'a gittiğinde ne yapacaksın? Eğer inanıyorsan tabi. Irkınla mı gideceksin, coğrafyan ile mi gideceksin? Bir yetimin bile başını okşamaktan aciz bir insan olarak gideceksin. Farkında mısın? Çünkü ölünce kesecekler bütün bağlarını. Bugün insafsızca, başkasının halinden bilmeden kurguladığın, tarihi yükü o küçücük sabilerin üzerine yıkmaya çalıştığın bütün o bağlarını kesecekler, sen öldüğünde işini bitirecekler senin. O zaman ne anlatacaksın? Bu inanıyorsan böyle. İnanmıyorsan da mantıksız kardeşim.
Ayçin Kantoğlu:
➡ Şu dünyanın bir mirasçısı varsa onlar çocuklar. Kimin döşeğinde doğmuş olurlarsa olsunlar. Artık iş buralara kadar uzanmış durumda. Söyleyecek hiçbir şeyin yok mu yani? Hani sen çok medeni gözüküyorsun. En azından halin, tavrın, giyimin, kuşamın, söylemin bu minvalde. Belirli bir duruşun var. Hayvanları seviyorsun, insanları seviyorsun, özgürlükleri savunuyorsun. Neden Filistin'i görmüyorsun? Gazze'yi senin gözünün önünden alan şey nedir ? Bunlara bir cevap vermesi gerekir herkesin kendi içinde. Eğer tutarlı cevaplar veremiyorsan o zaman gittiğin o yoldan beri gel. Daha beri gel daha beri gel. Çünkü o yol doğru bir yol değil. O yolda çocuklar, kadınlar, erkekler, bir avuç mücahid var. Terörist diyorsun onlara, değiller! Mesele zaten Hamas meselesi değildir. Dışarıdan oraya asker mi getirip yığıyorlar yoksa o mücadeleyi veren oranın insanı mı? "Oranın insanı."
Dolayısıyla bu yaptığın ikircikli tutum bu ötekileştirme hali, senin kendine, senden kendine bir düşman yaratanların sana yaşattığı bir sanrı, gerçeklik dışı vaziyet. Çünkü Filistin, Gazze dediğin şey kendinsin zaten. Senden ayrı değil, zannettiğin gibi. Ötekileştirdiğin gibi senden kopuk da değil.
Betül Sav: Bir röportajınızda "sosyoloji, Latince ya da çevirmenlik yapmak istiyorum" demişsiniz. Bunun bir hikayesi var mı?
Ayçin Kantoğlu
➡ Düşüncem o ki kaybettiğimiz şey dilin kendisi. Bugün dünyada yaşadığımız ahlaki, etik ve varoluşsal krizin temelinde lisanı kaybetmek yatıyor. Çünkü toplumların kimliği Prof. Dr. Yalçın Koç'un deyimiyle "hafıza itibariyle lisanda" yani lisan, aslında bir toplumun kimliğini muhafaza eden mahal. Oradan eksildiğinde, kendine "ben kimim?" sorusunu sorduğunda verdiğin cevap gerçekten, hakikatten kopuyor. Artık post-truth çağındayız. Bu hakikatten kopuş ve halimiz de ortada. İnsan; bildiğimiz, tanıdığımız, anlamlandırdığımız zeminini kaybetti, dil ile beraber. Bunun böyle bir ehemmiyeti var.
➡ Ben Beyazıt'ta bir iş yerinde çalışıyordum. Uzun yıllar dış ticaret üzerine çalıştım. Sonra da emekli oldum. Orada çalışırken tam karşımda da İstanbul Üniversitesi var. Aslında Marmara İşletme mezunuyum. Dediğim gibi Yüksek Lisans yapma arzum, isteğim var. Fakat İşletme olsun Finans olsun iş kolumla alakalı da bir şey de istemiyorum. Ya ne istiyorsun, diye sordu arkadaşlar. Dedim ki, "Vallahi benim gönlümden geçen edebiyat. Sosyoloji olabilir, edebiyat olabilir." O dönem dediler ki; hiç heveslenme, Türkiye'de öyle bir adet yoktur yani senin bir branştan lisansın varsa yüksek lisansını yine o branştan yapmalısın. İşletme ise ona göre. Yok edebiyat istiyorsan Amerika'ya git, orada yap falan deyip epey bir takıldılar bana. Ama benim biraz burnunun dikine giden bir tarafım var. Üç bölüme başvurdum. Üçünden de kabul aldım. Sosyoloji, Latin Dili Edebiyatı, İtalyan Dili Edebiyatı. Sonra da bir rüya gördüm. Rüyamda böyle garipten bir ses bana dedi ki; "Latince bölümünü seç, senin için hayır var." Uyandım, dedim ki ben Latince'ye gidiyorum. Orada kocamla tanıştım. O da yüksek lisanstaydı. Sonra da evlendik çoluk çocuğa karıştık. Öyle bir hikayesi var. Tercih böyle oldu. Tabi sosyolojiyi seviyoruz. Bunlar, insanın daha derinlemesine nüfuz ettiği disiplinler. Ben Latinceyi de ayrı görmüyorum yani klasik Filoloji'yi. Çünkü bir Antik Yunanca eğitimi alıyorsunuz orada. Latince metinler çalışıyorsunuz, Antik Yunanca metinler çalışıyorsunuz. Hala bugün o terminoloji, yoğun olarak felsefe disiplininde kullanılıyor.
➡ Kefiyem yanımda. Bu kefiye de hediye. Ben gittiğim etkinliklerde bana hediye edilenleri hediye ediyorum. Genelde Filistin'le alakalı, hanımlar birtakım el işleri yapıyorlar. Bir karpuz dilimi veya bir bileklik. En son Başakşehir'de Genç Aktivistlerin bir etkinliğine katıldım. Orada boynumda birkaç aydır bende olan Denizli'de hediye edilmiş bir kolye vardı. Onu genç bir kızın boynuna taktım. Onlar bir grup genç kızdı, dedim ki "Her biriniz bir etkinlikte bunu taksın ama sonunda siz de hediye edin." Akşama da bir tesbih hediye geldi. İşte bu, hediye kefiyelerden bir tanesi. Çok yeri gezmiş. Hacca gitmiş ve gelmiş. İnşallah kısmet olur onu da hediye ederim. Bunun bir sünnet olduğunu da söylediler. Hediyeleşmek güzel bir şey.
Betül Sav: İlahi komedyayı bundan sonra mı çevirmeye başladınız? Şu an devam ediyor mu edebiyat yönünüz?
Ayçin Kantoğlu:
➡ Evet, Yüksek Lisans'ta başladık. İtalyan Lisesi mezunu olmam hasebiyle çok bağımın olduğu bir eser, İlahi Komedya. Biz ortaokulda, lisede okuduk. Bizim ders kitabımızdı. Liseden mezun olduktan sonra ben dedim ki; bir daha İlahi Komedya'nın kapağını açmayacağım. Çünkü o zaman not geçmek üzere okuyorsun. Ama öyle olmadı. Kitaba ilgim alakam hiç eksilmedi. Yurt dışında uzun yıllar çalıştım, çok uluslu firmalarla çalıştım.
➡ Tabi. Allah kısmet ederse Göktürk bana biraz kızacak bu röportajı dinlediğinde. Çünkü hala beni bekliyor. Ona da sabrı için teşekkür ediyorum. Gazze ile ilgili etkinlikler ve o çok yoğun koşuşturmacılı program, verdiğim sözleri tutma anlamında da beni yordu. Yapamadım, ona konsantre de olamadım. O acı, keder ve kendimi dışarı atma hissiyatıyla. Ama son dönemeçteyim. Bugün yarın inşallah teslim edeceğim. İlahi Komedya'nın 11 hecelik versiyonuyla bu sefer. Onun heyecanını da duyuyorum.
➡ O süreçte de üniversite sonrası iş hayatı, yurt dışında bulunduğum dönemlerde kitabın yeni çıkan versiyonlarını, çevirilerini-maddi gücüm ne kadarsa o oranda- edindim ve iyi bir arşivim oluştu. Çok enteresan da bir hediye aldım. Onu buradan söylemek isterim. Bir hanımla çalışıyorum. Şadiye hanım. Benim de herkes gibi bir aile hayatım, çoluk çocuğum var. Bundan önce mitinglerle ilgili bir tecrübem hiç yok. Dediğim gibi bir siyasi kişiliğimde yok. Böyle bir söylevim de hiç olmadı. Ama 7 Ekim sonrasında özellikle Aralık'ta Mehmet Hoca'nın o panelinden sonra eşime dedim ki yani ben çıkacağım, "bu çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışacağım. " Eşimin benden birkaç talebi oldu. Bir tanesi hiçbir siyasi söylemi taşımamam yani yaptığım işlerde, çağrılarda hiç kimse bir siyasi bagaj, angajman bulmayacak. Bunu yapmak benim için kolay ve doğaldı.
➡ İkincisi de hiçbir yere yalnız gitmeyeceksin, dedi. Çünkü beni Türkiye'nin her yerinden arıyorlar ve ben o çevrenin insanı olmadığım için kimin aradığını bazen kestirebiliyorum bazen kestiremiyorum. Bu üniversitelerde çok sorun olmayabilir ama uzun yollarda seyahat ediyorum, Muğla 'dan gelip gitmek zorundayım ve ben hiç bilmediğim otellerde kalıyorum, hiç görmediğim şehirlerde kalıyorum. Ailemden bir başkasını da bu işi angajya etmeme imkan yok. Hem evde yürüyen bir düzen var hem de bakıma ihtiyacı olan yaşlılarım var. Dolayısıyla menajer buldu, sanki sahneye çıkacakmışım gibi lanse ettikleri şeyin arka planı budur. Şadiye Hanım, gittiğim etkinliklerde benimle birlikte konaklıyor. Ona da buradan selam olsun. Bunlar üzerinden çok yıpratılmaya da çalışıldım. Yani biri çıkıp Gazze ile ilgili bir şeyler söylediği zaman zannetmeyin ki onun önünde çiçekler, bahçeler açılıyor. Türkiye' de kutuplaşma o kadar fazla ki her grubun sana dair öne süreceği birtakım şeyler oluyor.
Betül Sav: Heniye'nin 3 Ağustos çağrısının ardından bir farkındalık olur mu dünyada? Sosyolojik bakış açısıyla sizden duymak istiyorum.
Ayçin Kantoğlu:
➡ Çok kıymetli sosyologlarımız var. Onların alanına öyle bir müdahalede bulunamam ama kişisel fikrimi elbette dile getiriyorum. Bu da bir bakış açısıdır, kıymetsiz değildir. Hiçbir şey olmasa, 50 yıl yaşamışlığın getirdiği bir tecrübe vardır ve samimiyet vardır, her şeyden önce. Ben daha önce katıldığım yerlerde de bunu dile getirdim: "Ben bu vatan dışında ümidi olan biri değilim." Her şeyim burada. Bütün beklentim, korkum, ümidim hepsi bu vatan. Yarın buraya ne olacaksa, kaderimizde Allah, neyi takdir ettiyse, komşumla beraber olacak . O yüzden bu noktadan bakarsan, samimice duygularını ifade eden biriyim.
➡ Heniyye'yi, merhumu çok önemsiyorum. Özellikle birkaç sahne var ki gözümün önünde, gerçekten çok kıymetli. Bir; çocuklarının ve torunlarının şehit edilişini haber verdiklerinde gösterdiği o muazzam metanet ve teslimiyet. Bu lafla söz olabilecek bir şey değil. İzlediğin zaman insanı sarsan sahneler onlar. O zaman dedi ya; "benim evlatlarımın Filistin'deki kızlardan ve erkeklerden hiçbir farkı yoktur. Hepsi benim evladımdır." Yani kendi evladını öncelemeyen bir profil bir lider.
➡ İkinci sarsıcı hadise de onun şehadeti üzerine ailesinin söylediği; "babamızın kanı, Filistin'de öldürülen çocukların kanından daha kıymetli değildir." cümlesi...
➡ Şimdi böyle bir şeye baktığın zaman kendi evladını kayırmayan ve kendi nefsini başkalarından aziz görmeyen bu insanlara hayranlık duymamak mümkün bana göre değil ve merhumun şehadetini öğrendikten sonra "meydanlara inin, dedi ve gitti" diye ben de bir tweet attım. Ama 3 Ağustos'u yaşadık. Meydanlara indirdi ve gitti, diyelim onun için. Allah dünkü sayılardan, heybetten, bereketten bizleri geri düşürmesin. Çünkü bir şey durmuş değil ama Heniyye kazanmıştır. Eğer inanıyorsak, Allah'a iman ediyorsak, ahiret gününe iman ediyorsak 8 kapıdan da cennetin 8 kapısından da girmiştir.