Yeni Zelanda’daki İslamofobik saldırıda kullanılan silahın üzerindeki rakamlar ve isimler ne anlama geliyor?
Yeni Zelanda'da Cuma namazı sırasında iki camide katliam yapıp bunu sosyal medya üzerinden tüm dünyaya canlı olarak servis eden, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tehdit eden saldırganın kullandığı silahın üzerindeki rakamlar ve isimler ne anlama geliyor?
Giriş Tarihi: 15.03.2019
15:51
Güncelleme Tarihi: 15.03.2019
16:58
Yerel basında yer alan haberlere göre, Len Peneha adlı bir görgü tanığı, siyah giyinmiş bir adamın Al Noor Camisi'ne girdiğini, ibadet için içeride bulunanlara ateş açtığını, içeride kargaşa yaşandığını, saldırganın, güvenlik görevlileri gelmeden camiden uzaklaştığını söyleyerek "her yerde ölen insanlar" gördüğünü belirtti. Camiye saldıran şahsın saldırı anını internet üzerinden canlı yayınladığı ortaya çıktı. Kan donduran görüntülerde otomatik silahla camiye giren şahsın önüne çıkan herkese acımasızca kurşun yağdırdı.Saldırıyı bilgisayar oyunlarına benzer şekilde gerçekleştirdiği gözlenen saldırganın, saldırı sırasında silahın şarjörünü birçok kez değiştirdi. Aracından inen saldırgan, caminin kapısından girer girmez ateş etmeye başladı.
Camiye saldırı gerçekleştiren saldırganın, kendi YouTube sayfasından 70 sayfalık bir manifesto yayınlandığı ortaya çıktı. İskoç bir aileden gelen ve Avustralya'da doğan Brenton Tarrant isimli saldırganın 28 yaşında olduğu tahmin ediliyor. 5 silahla birlikte yolculuk yapan saldırgan, bir yandan da müzik dinliyor. Saldırganın akıl sağlığın yerinde olmadığı yönünde yorumlar da mevcut.
Peki, Yeni Zelanda'da Cuma namazı sırasında iki camide katliam yapıp Müslümanları şehit eden, bunu sosyal medya üzerinden tüm dünyaya canlı olarak servis eden, Türkiye ve Erdoğan'ı tehdit eden saldırganın kullandığı silahın üzerindeki rakamlar ve isimler ne anlama geliyor?
Yazılar içerisinde 732 rakamı dikkat çekiyor. Bu rakam Endülüs Emevilerinin Paris'in güneyindeki Franklara yenilmesi ve Avrupa'daki ilerleyişin durması anlamına geliyor.
714 yılında Halife Velîd b. Abdülmelik'in emriyle, Mûsâ b. Nusayr'ın Endülüs'ün idaresini oğlu Abdülazîz'e bırakıp yanına Târık'ı da alarak bol miktarda ganimetle birlikte Dımaşk'a dönmesi üzerine Endülüs'te "valiler dönemi" (asrü'l-vülât) başlamıştır. I. Abdurrahman'ın 756'da Endülüs Emevî Devleti'ni ilânına kadar devam eden bu dönemde yirmi bir vali iş başına geldi. Bunlardan bazıları doğrudan Dımaşk'taki Emevî halifesi veya onun adına Kuzey Afrika valisi tarafından tayin edilirken bazıları da Endülüslü askerler tarafından seçildi. Valiler dönemindeki siyasî faaliyetler arasında fetih hareketini Avrupa içlerine götürme teşebbüsleri önemli bir yer tutar. Abdülazîz b. Mûsâ'nın Teodomiro'yu (Tüdmîr/Mürsiye) hâkimiyeti altına alışından sonra valilerin birçoğu, bütün gayretlerini Pireneler'i aşarak Frank topraklarında yayılmak için harcadılar. Bu gayretler sonunda İslâm orduları Fransa'nın güneyindeki Septimania (Sebtimâniye) ve Narbona (Arbûne) bölgelerini ele geçirerek bugünkü Paris'in bulunduğu bölgeye yaklaştılar.
Müslümanların 732 yılında Tours ve Poitiers şehirleri arasında yer alan ovada Franklar'a yenilmesi, Avrupa'da gerçekleştirilmek istenen fetihler açısından bir dönüm noktası olmuştur. İslâm kaynaklarında Belâtüşşühedâ adıyla geçen bu savaştan sonra eskisi kadar dışa açılamayan Müslüman fâtihler güçlerini kendi aralarında baş gösteren iç çekişmelerde tüketmeye başladılar.
1683 rakamı ve Vienna yazısı
Avrupa'dan Osmanlı'nın çekilme sürecinin başlamasına işaret ediyor. İkinci Viyana Seferi ve sonrasında gelen hezimet hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Avrupa tarihinde bir dönüm noktasıdır. Tarihin bu dönüm noktasının en önemli olayı ise Osmanlılar tarafından Viyana'nın 154 yıl sonra, ikinci kez ve fetih amacıyla kuşatılmasıdır.
Bernard Lewis'e göre bu tarihi olay, Mu'te Savaşı'ndan itibaren Hıristiyan ve İslam dünyasının mücadelelerinde en kritik noktayı teşkil etmektedir. Avrupa'nın fethini İberya üzerinden gerçekleştirmeye çalışan Müslüman Araplara karşın, Türkler Avrupa kapılarını doğu yönünden zorlamaktaydılar. Ancak 1683 öncesi Osmanlıların Doğu Avrupa'da elde ettiği üstün başarılar, Pireneler'de Müslümanları durduran Avrupa'yı endişeye düşürmek için kâfiydi.
Dolayısıyla Viyana önlerinde otağ kuran Türkleri geri çevirecek hamleyi yapmak Avrupa'nın kaderini tayin edecek kadar önemli bir başarı veya başarısızlık olacaktı. Bu anlamda 1683 yılı, Osmanlılar için zirveden dönüş ve sonun başlangıcı, Avrupalılar için ise tam tersine İstanbul'un ve Kuzey Afrika'nın Osmanlılar tarafından fethinden sonra karşı karşıya kaldıkları kuşatma çemberinin kırılması demekti. Başka bir deyişle, 1492'de başlayan keşiflerle Afrika'nın güneyinden İslam dünyasının arkasına sarkma amacındaki kıta Avrupası gözünü tekrar bu dünyanın kalbi olan, yeni başkent İstanbul'a çevirecektir.
Bu ifadenin kullanım şekli ''Türk yiyici'' manasına geliyor. Osmanlı'dan bu yana tüm Türkleri Müslüman saydıkları için hatta vaktiyle Osmanlı hâkimiyetinde kalmış topraklardaki tüm Müslümanları da Türk saydıkları için İslamofobik faşistlerin çoğu bu kavramı, hakaret amacıyla kullanıyor.