Arama

Amel ve ceza ilişkisi

Ameller hayatımızda bilinçli olarak yaptığımız tüm eylemleri kapsar. Dinî literatürde amel kelimesi giderek "emir, tavsiye veya yasaklara konu olan, sonunda ceza veya mükâfat bulunan tutum ve davranış" anlamını kazanmıştır. Kulların belirli bir gaye ile gerçekleştirdiği ameller dünyada veya ahirette ceza veya mükâfata götürür. Ancak ameller ve sonuçlara neden- sonuç ilişkisi içinde bakmak ne kadar doğru? Amel ve ceza ilişkisi nedir? Bu soruların cevaplarına bakalım…

🔷Müslümanların dünyadaki yolculuğu hem kolaylık hem de zorluklarla doludur. Kullar karşılaştıkları her durumun Allah'tan geldiğini bilmeli ve hayat yolculuğunda buna uygun ameller işlemelilerdir. Dindarlığı yol ve yolculuk kavramları ile birlikte düşünmemiz gerektiğini söyleyen Demirli, hayatın zorluklarının olduğu gibi nasıl kabul edilmesi gerektiğini şöyle anlattı:

"Cenab-ı Hakk'ın insanlara muradı ve insanlara talimi arasında çok abartı yoktur. Hayatın güçlükleri ve sıkıntıları vardır. Bu bir öğrenme vesilesidir. Hayatta karşılaştığımız imtihanlar bir öğrenme vesilesidir. Neyde ne kadar çok güçlük yaşıyorsak o kadar öğreniriz. Dindar olsak da olmasak da bazı güçlükler yaşarız. Din gelsin bunu çözsün şeklinde bir anlayış olmamalı. Dindarlığı yol ve yolculuk kavramları ile birlikte düşünmek gerekiyor. Bu seyrü sefer içerisinde düşe kalka ilerleyeceğiz. Önümüze bazen tümsekler gelecek çıkamayacağız."

"Kim bir iyilik yaparsa, yaptığının on katıyla mükâfatlandırılacaktır. Kim de bir kötülük yaparsa ancak o kötülüğe denk bir ceza görecektir. Kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacaktır."

En'âm / 160. Ayet tefsiri

Hasene, dinin ve aklıselimin iyi ve doğru kabul ettiği her türlü inanç, tutum ve davranışı, seyyie de bunların zıddını ifade eder. Her ne kadar bazı âlimler buradaki haseneyi "kelime-i tevhid", seyyieyi de "küfür" ve "şirk" şeklinde açıklamışlarsa da âyetin genel olan lafzını bu şekilde tahsis etmek için sebep yoktur (Râzî, XIV, 8).

Nitekim Taberî'nin bu âyet münasebetiyle aktardığı bir rivayete göre ashabdan Ebû Zer'in "Yâ Resûlellah! 'Lâ ilâhe illallah' sözü hasenâttan mıdır?" sorusuna Hz. Peygamber'in verdiği "Hem de en üstünü!" şeklindeki cevap (VIII, 108), hasenenin, kelime-i tevhidi de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğunu göstermektedir. Burada da görüldüğü gibi bazı âyet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile, iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş; bu fazlalık yukarıdaki âyette "on misli" olarak belirtilmiştir.

"Kör ile gören bir olmaz; aynı şekilde iman edip sâlih ameller işleyenlerle kötülük yapanlar da bir olmaz. Ne kadar da az düşünüp öğüt alıyorsunuz!"

Mü'min / 58. Ayet tefsiri

"Kör"den maksat, kibir, kıskançlık gibi kötü duygulara, sübjektif sebeplere veya taklide dayanarak hükümler veren; "gören"den maksat da akıl ve bilgiye, doğru kanıtlara dayanarak hükümler verendir (Râzî, XXVII, 79). Râzî, "Ne de kıt düşünüyorsunuz!" meâlindeki eleştiri cümlesini özetle şöyle açıklar:

Aslında onlar, bilginin bilgisizlikten, erdemli işin erdemsiz işten daha iyi olduğunu bilirler; fakat bir inanç ilkesinin doğru bilgiye mi dayandığı, yoksa asılsız mı olduğu; bir işin erdemli mi erdemsiz mi olduğu hususunda yeterince düşünmezlerdi. Kıskançlık kalplerini kör eder; bu yüzden bilgisizlik ve taklidi bilgi, kin ve kibri de erdem zannederlerdi (XXVII, 79-80). İşte o dönemde Mekke toplumunun çoğunluğunu oluşturan inkârcıların, geleceği kesin olan kıyamete inanmamaları da böyle bir zihin ve ahlâk bozukluğunun sonucuydu.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN