Arama

Deprem kuşağında Müslüman olmak - Fatma Bayram

İmtihan fani dünyada bulunduğumuz müddetçe insanoğlunun gerçeği... 6 Şubat 2023 günü ülkemizde acısı hiç dinmeyecek bir felaket yaşadık. Tarifi, izahı mümkün olmayan bir acı... Evet inananlar olarak kendimizi sürekli sorgulamamız, neye hazır olup olmadığımızı kendimize sormamız gerekiyor. Fakat faniliğin geçiciliğini o kadar çabuk unutuyoruz ki bel bağlamamamız gereken bir dünyanın aslında hiç olmadığını idrak edemiyoruz. İşte kıymetli yazarımız Fatma Bayram hocamız, bu noktada kalplere biraz da olsa farkındalık kazandıracak bir yayın yaptı. Yayının herkese ulaşması ve nasiplenebilmesi için sözlü ve yazılı şeklini sizlerle paylaşmak istedik.

Öncelikle arkadaşlar, topluca aldığım notları küçük açıklamalarla size aktaracağım. Üzerinde müzakere ediniz, tartışınız, itiraz edebilirsiniz, genişletebilirsiniz, eklemelerde bulunabilirsiniz. Fakat üzerinde fevri, reaksiyoner veya tarafgir birtakım tepkiler ile değil, akl-ı selîmle ve kalb-i selîmle düşünelim. Bu hadiselere şahit olmanın bize yüklediği sorumluluğun idrakinde olarak bu konuşmayı yapmayı ve dinlemeyi Allah (CC) hepimize nasip etsin.

Girişte Hamdele ve Salvele okudum. Bilirsiniz, vaizler bunu çok yapar, bir gelenektir. Efendimiz'den (SAV) öğrendiğimize göre bir konuşmaya Hamdele ve Salvele ile başlanır. Yani Allah'a (CC) hamd ederiz, Efendimize (SAV) salat-u selam ederiz.

Hamd ne demektir?

Bunu çeşitli kereler farklı derslerde ve bilhassa Fatiha tefsirlerinde dinlemişsinizdir. Hamd ile şükür arasındaki farkı anlatır bilhassa sufiler, ahlakçılar, ansiklopediler, kavramsal sözlükler... Şükür nimet karşısında yapılır, hamd her durumda yapılır. Çünkü hamd; "Allah'ım bana nimet de versen ceza da versen, bir istediğimi versen de vermesen de ben senden razı ve hoşnutum. Sen'den bana gelen her ne ise Sen'inle benim aramdaki bu ilişkiyi benim açımdan hiç bozmaz, ben Sen'den gelene razıyım" demektir.

Ben de haddim olmayarak kanaatimi belirteyim ki hamd, şükürden daha büyük bir mertebedir. Acizane kanaatime göre ama tersini de söyleyenler var. Onlar da haklı görünüyor gerekçelerine bakıldığında. Neden hamd şükürden daha büyük bir mertebedir, bilhassa günümüzde arkadaşlar? Çünkü bırakın böyle büyük bir felaketi insanın, neredeyse yüzünde çıkan bir sivilce sebebiyle bile (karikatürize ederek söylüyorum) yani küçücük gerekçelerle Rabbine küstüğü, hayata sadece kendi penceresinden ve son derece kişisel baktığı ve kendisi için doğru olanı Rabbinden daha iyi bildiğini düşündüğü bir dönemde yaşıyoruz.

İnsanlar böyle küçük gerekçelerle hem birbirlerine hem de yaratıcılarına küsüp, sırtlarını çevirebiliyorlar, çevirebiliyoruz (Allah (CC) korusun). Dolayısıyla hamdın, hamd mertebesinin büyük bir mertebe olduğunu ve bu sınavlardan ancak bu inanca yapışarak geçebileceğimizi düşünüyorum, âcizane. Ve böyle baktığımızda da hamdin anlamının açığa çıktığını, hamdimizin denendiği günlerde olduğumuzu ve böyle günlerin kendimizi tanıma ve eksikliğimizi giderme fırsatı verdiğini görüyoruz. Elbette kayıplarımız için son derece üzgünüz ve mahcubuz. Millet olarak, insanlık olarak onların böyle bir deprem kuşağında, bu kadar özensiz yapılarda yaşamalarındaki (kendi çapımda, benim payım on milyonda bir bile olsa) payımdan dolayı mahcubum.

  • 3
  • 11
"Allah Teâlâ bizi cezalandırmıyor"
Allah Teâlâ bizi cezalandırmıyor

ALLAH (CC) BÖYLE BİR ŞEYİN OLMASINA NEDEN İZİN VERDİ?

Genç ve çocuklar bunu daha çok soruyor ama biz de depremdeki acı sahneleri düşündükçe haşa biz Allah'tan daha merhametliymişiz ya da insanların hayrına olan şeyleri ondan daha iyi biliyormuşuz gibi "Allah buna neden izin veriyor" gibi sorular geliyor içimize. Çoğumuz bunu dile getirmiyoruz, geçiştiriyoruz ya da çok kuvvetli cevaplarımız var. Yalova depremi sonrasında bir mesleki eğitim seminerinde Mikdat Kadıoğlu hocadan duymuştum. Depremde kaç kişi vefat etti diye sorduğunda, 18.000 den 50.000'e kadar farklı farklı rakamlar söylendi. Dedi ki; "hayır depremde sadece 1 kişi öldü. O da kırılan fay hattının üzerinde kulübesi olan ve hat yarılınca içine düşüp ölen bir güvenlik görevlisi. Geri kalanlar deprem yaşadıkları için değil depreme uygun binalarda yaşamadıkları için öldüler." Yani Allah Teâlâ bizi cezalandırmıyor, bir defa bunu zihnimizden çıkaralım. Bu kötülüğü (yaşadığımız bu durumu) biz kendi kendimize yapıyoruz.

Allah Teâlâ'nın yeryüzünü hareketli yarattığını biliyoruz ve yer kabuğunun hareketlerinin ve atmosferdeki, okyanuslardaki diğer hareketlerin dünyadaki yaşam için şart olduğunu da biliyoruz. Biz deprem kuşağında yaşadığımızı ilk defa öğrenmedik. Tarihe baktığımızda -İslam ansiklopedisinden zelzele maddesine bakılabilir- buna dair müstakil eserler verilecek kadar İslam coğrafyasında büyük depremler yaşanmış. Bazılarına küçük kıyamet denmiş. O zamanlar belki bu kadar tedbir alınamıyordu ve nüfus da bu kadar fazla değildi ama zamanla birlikte teknoloji ilerledi. Allah'ın yeryüzünde yarattığı bu doğa hareketleri bizim için yaşam vesilesidir. Biz onları doğru şekilde okuyup, tanıyıp ona göre kendimizi doğru konumlandırmak zorundayız. Bu da bizim kulluk görevimizdir.

DEPREM KUŞAĞINDA TAKVALI BİR MÜSLÜMAN OLMAK

Takva kök olarak korunmak demektir. Allah'tan korunmak; O'nun azabından, cezasından, yakalamasından, gazabından, sevgisini ve yakınlığını kaybetmekten korunmak demektir. Müslümanlığın yani Allah'a inanan, O'nun gönderdiği dine inanan ve buna göre yaşamaya gayret eden bir kişinin, Rabbine karşı bir numaralı vazifesi takva sahibi olmaktır. Takva bir seçenek değildir; emirdir, vaciptir; hesap verebilecek şekilde yaşamak demektir.

O zaman deprem kuşağında takvalı bir Müslüman olmak; deprem kuşağında yaşamanın sana yüklediği sorumlulukların hesabını verebilecek şekilde yaşamak demektir. İster o binaları yapan kişiler ol ister satın alan kişiler ol; her birimizin kendi konumuna göre takvalı bir mümin olması gerekir. Takva sadece ibadetle ilgili değildir. Biz genellikle kötülük yaptığımızda bunun bizi Allah'tan uzaklaştıracağını ya da uhrevi bir sorumluluk yüklediğini düşünüyoruz da o yaptığımız işi iyi yapmanın da bir ibadet olduğunu düşünmüyoruz. Buraya da dikkatinizi çekmek isterim. Takva, farz ve haramlarla ilgilidir, nafilelerle ilgili değildir. Farzları yerine getirmek ve haramlardan korunmak konusunda titizlik göstermek demektir. Çünkü Allah'ın azabı farz ve haramlarla ilgilidir, nafilelerle değil.

Peki bir insana terettüb eden (netice olarak çıkmak) farz ve haramlar nelerdir?

Sadece namaz kılmak, zekat vermek, imkan bulanın hacca gitmesi midir farzlar? Bir insanın ekmeğini kazandığı işi düzgün yapmasının dini hükmü nedir? Farzdır. Peki bu işi düzgün yapmak üzerime farzsa ve yapmadığımda bunun hesabını Allah'a vereceksem, işi düzgün yapabilmek için gereken şartları öğrenmenin hükmü ne olur? İmam-ı Azam diyor ki (mealen) insanın mesleğiyle ilgili, kendi zamanında ulaşabileceği bütün detayları öğrenmesi farz-ı ayn olan ilimler muvacehesindedir. Yani ben bilmiyordum, diyemez. Mesela bir terzi, eğer ki ben terziyim diyorsa, iki defa kullanılınca sökülecek bir pantolon dikip, ben bilmiyordum diyemez.

Ben işin uzmanı değilim, bir vaiz olarak anlatıyorum, bize düşen sorumluluğu üç aşamalı olarak ele alıyorum. Afet öncesinde yapılması gerekenler, esnasında yapılması gerekenler, sonrasında yapılması gerekenler...

🔸 Afetten önce kişisel bir felaketle karşılaşmadan önce itikadi, fikri, ahlaki açıdan kötülük problemi konusuna zihnen hazır olmamız gerekir. Mesela bir bebeğiniz olacaksa "onun bakımı, beslenmesi, hastalandığında neler yapılır" bunları önceden öğrenmeniz gerekir. Değilse hastalık anında kişi çok büyük bir panik ve korku içinde kalır. Dolayısıyla itikadi açıdan, dünya ahiret ayrımı meselesini zihnimizde netleştirmemiz gerekiyor. Bana göre işini düzgün yapmayı, dünya ile ilgili bir şey zannedip; mesela "iyi bir inşaat yapmazsam, iyi bir aşçılık yapmazsam, bunun Allah katında bir karşılığı yok bir hesap vermeyeceğim" diye düşünmesi veya tersine ben işimi iyi yaparsam Allah katında bir karşılığı var diye düşünmemesi zihnin bu konuda net olmadığını gösterir. Ahireti biz dünyada kazanacağız. Ahiret demek hesap demektir.

🔸 Afet öncesinde Müslümanca bir bilinç oluşturabilmek için (ki afet esnasındaki duruşumuz öncesinde yerleşen bilince bağlıdır) bir başka tavsiyem, zihnimizdeki kavramsal haritaların temiz olmasıdır. Yani "takva, tuğyan, sabır, isyan, helal, haram, ahlak, adap" arasındaki farklar nedir? Bu konularda zihnimizin pırıl pırıl olması gerekiyor. Bunun için de hep ansiklopedi, sözlük okumayı tavsiye ediyoruz.

🔸 Bir başka tavsiyemiz; Müslümanın iş görme anlayışı konusunda da kendimizi revize etmemizdir. Hangi işi yapıyor olursak olalım. Örneğin; Peygamber Efendimizin (sav) 6 aylık oğlu İbrahim vefat ettiğinde, defnedileceği mezar kazılırken mezarın zemininde bir (kabartı ya da çukur) düzgün olmayan bir kısım kalıyor. Peygamberimiz orayı düzeltiyor. Bir sahabi soruyor; (Allah razı olsun onlardan ki sorularıyla pek çok şeyi öğrenmemize vesile oldular) "Ya Rasulallah, bu çıkıntının ölüye de zararı yok, diriye de. Ne olacak ki böyle olsa" diyor. Peygamberimiz buyuruyor ki; "Evet, ölüye de zararı yok, diriye de. Kul bir iş yaptığı zaman Allah sadece o işin en güzel şekilde yapılmasından razı olur." Buna ben acizane ihsan ahlakı diyorum.

İhsan, Peygamberimizin meşhur Cibril hadisine göre İslam'da en üst mertebedir ve iki anlamı vardır; güzel şeyler yapmak ve yaptığın her şeyi güzel yapmak.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN