Dünyevi arzularını dizginleyip ‘ilahî hakikatleri’ keşfeden İslam düşünürü
Tasavvufun sadece kitaplardan öğrenilecek bir ilim olmadığının farkına varan Gazali, tasavvufun öngördüğü manevî tecrübeyi bizzat yaşamak için dünyevî bağlardan kurtulup nefsin isteklerinin önüne geçerek tüm kalbiyle ahirete yönelmesi gerektiği sonucuna varan ve filozoflara yönelttiği eleştirilerle bilinen İslâm düşünürü olarak tanındı. İslam dünyasında unvanı Hüccetü'l-İslam olan, kelam ve ahlak alimi İmam-ı Gazali'yi, vefatının 907'nci yılında rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 18.12.2018
12:25
Güncelleme Tarihi: 19.12.2019
15:43
Onun tasavvufa yöneliş sebebi kadar zamanı da önemlidir. Elli yaşlarında iken yazdığı el-Münķıź mine'đ-đalâl'de önce kelâm, ardından felsefe ve Ta'lîmiyye yoluyla gerçeğe ulaşmayı denediğini, ancak gayesine erişemediğini, daha sonra tasavvufa yöneldiğini ve aradığı gerçeği burada bulduğunu açıkça ifade eder. Bu eserde, tasavvufa yöneldikten ve fiilen sûfîyâne bir hayat yaşamaya başladıktan sonra inzivaya çekilerek on yılı aşkın bir süre kalp tasfiyesiyle meşgul olduğunu söyler. Bu husus dikkate alınarak Gazali'nin kırk yaşlarında tasavvufa yöneldiği ve hayatının sonuna kadar, aradığı gerçeği burada bulduğuna inanarak yaşadığı söylenebilir.
Gazali'nin tasavvufî hayatı erken tanımış olması fıkıh, kelâm ve felsefeyle ilgili konuları incelemesine ve gerçeği buralarda aramasına engel olmamıştır. Kırk yaşına kadar çeşitli ilim dallarında derinleşmiş ve pek çok fırka hakkında ciddi araştırmalar yapmış, ancak bu alanların kendisini tatmin etmediğini ve aradığı gerçeği bulamadığını görünce tasavvufu daha derinden incelemeye başlamıştır.
MÜCTEHİD VE MÜCEDDİD MERTEBESİNE ÇIKTI
Huccetü'l-İslam denen Gazali de ancak tasavvuftan nasibini aldıktan sonra müctehid ve en büyük müceddid mertebesine çıktı. İmam Şafii, ilm-i zahirde mütebahhir olduğu halde Şeyban er-Rai'nin önünde talebenin mektepte oturduğu gibi oturur ve ondan bazı meseleler sorardı. Bu yüzden bazıları ona Aziz Mahmud Hüdayi'nin, 'İlim-Amel Seyr-u Süluk' adlı eserinde belirttiği gibi 'Senin gibi bir alim, nasıl oluyor da böyle bir bedeviye mesele soruyor?' deyince, 'Şeyban, bizim bildiğimiz ilmi de bizim bilmediğimiz ilmi de bilmektedir.' diye cevap verir.
GAZALİ'NİN NE YAPTIĞINI ANLAMIYORLAR
İbn Rüşd'ün, İmam-ı Gazali'nin yazdığı "Tehafütü'l- Felasife" (Filozofların Tutarsızlığı) isimli eserine karşılık olarak, "Tehafütü't- Tehafüt" (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eseri yazmasından sonra Rüşd ve Gazali arasındaki tartışmalar yaşandı. Modern Batılı ve oryantalist görüş, İmam Şafii, Eş'ari ve Gazali'yi İslam'da reform ve aydınlanmanın önünü keserek, İslam dünyasının geri kalışına sebep olan kişiler olarak hedefe oturttu.
Lafzen "teoloji" manasına gelen "ilahiyat" dinde, tasavvufta, felsefede ve teosofide farklı mana ve anlamlar taşır. İlahiyat, dinde kelam, yani teodise problemine bağlı tanrı araştırması, tasavvufta marifet, felsefede ontoloji, teosofide ise 'ilm-i hakikat' denen kelam, ontoloji manalarını taşır. Hristiyan emsali Augustine, 'teoloji olarak din', Gazali ise tam aksine 'sünnet olarak din' anlayışını temellendirdi. İşte ilahiyat camiası bakımından çağdaş İslam dünyasındaki mücadele de 'sünnet ile teoloji olarak din' anlayışları arasındaki mücadeledir.
İslam dünyasında Gazali ile İbn Rüşd arasındaki Tehafüt muhakemelerinde Osmanlı dahil, genelde Gazali haklı bulundu. İslam dünyasında sahih din anlayışının ve düşüncesinin önderi olarak sarsılmaz bir otorite kazanmıştır. İbn Rüşd, Batı'dan farklı olarak umumi değil, hususi-batıni olarak hikmeti esas aldı. Aslında İbn Rüşd Batı'nın, 'allame-i mutlak' şeklinde ifade edilen Fahreddin Razi de Doğu'nun filozofudur. Modern çağda Batı'nın Eş'ari ve Gazali gibi İslam alimlerini mahkum ederken, İbn Rüşd ve İbn Haldun gibi alimleri sahiplenmesi, bayraklaştırması manidardır. Bu iki alimin Batı'ya cazip gelmesi, muhtemelen birinin hikmet-i nazariye, diğerinin hikmet-i ameliye alanında şeriata karşı hikmeti savunmasıdır. Halbuki bunlar da özünde mümin alimlerdir. Mesela ilginçtir, Gazali'ye göre temel kaynaklar kitap, sünnet, icma ve akıldan ibaret iken İbn Rüşd bunlardan aklı hariç tutmuştur.