Dünyevi arzularını dizginleyip ‘ilahî hakikatleri’ keşfeden İslam düşünürü
Tasavvufun sadece kitaplardan öğrenilecek bir ilim olmadığının farkına varan Gazali, tasavvufun öngördüğü manevî tecrübeyi bizzat yaşamak için dünyevî bağlardan kurtulup nefsin isteklerinin önüne geçerek tüm kalbiyle ahirete yönelmesi gerektiği sonucuna varan ve filozoflara yönelttiği eleştirilerle bilinen İslâm düşünürü olarak tanındı. İslam dünyasında unvanı Hüccetü'l-İslam olan, kelam ve ahlak alimi İmam-ı Gazali'yi, vefatının 907'nci yılında rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 18.12.2018
12:25
Güncelleme Tarihi: 19.12.2019
15:43
İslam mütefekkiri Gazali'nin, üstün zekası ve çalışkanlığını gören hocası, onunla özel ilgilenerek, usul-i hadis, usul-i fıkıh, kelam, mantık, İslam hukuku ve münazara alanlarında ilim öğretti. Nişabur'da tahsilini tamamladıktan sonra büyük bir ilim ve edebiyat hamisi olan Selçuklu Devleti'nin veziri Nizamülmülk'ün daveti üzerine Bağdat'a giden Gazali, Nizamülmülk'ün topladığı ilim meclisinde bulunan dönemin alimlerince ilminin derinliği ve meseleleri izah etmekteki üstün kabiliyeti neticesinde iltifata değer bulundu. Gazali, yaşadığı dönemde çeşitli fırkalarla girdiği ilmi tartışmaları, en zor ve ince mevzularda nazik ve nezih bir uslup kullanarak, yüksek ilmi, hitabet, izah etme kabiliyeti ve zekasıyla dikkat çekti.
Henüz 34 yaşında olan Gazali'nin İslamiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu veziri Nizamülmülk, onu nizamiye müderrisi olarak tayin etti. Eğitim müderrisliğinde etkin vazife üstlenen Gazali, 300 öğrenciye bütün ilimleri incelikle öğretti. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Ebu Mansur Muhammed, Muhammed bin Es'ad et-Tusi, Ebü'l-Hasan el-Belensi, Ebu Abdullah Cümert el-Hüseyni gibi isimler yer aldı.
Bu sırada birbirinden kıymetli kitapları İslam dünyasına kazandıran Gazali, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından da büyük bir hürmet gördü. İslam aleminin ışığı olarak nitelenen ve şöhreti gün geçtikçe artan İmam-ı Gazali, nizamiye müderrisliğinde bulunduğu yıllarda, "Kitabü'l-Basit fil-Füru", "Kitab-ül-Vesit, El-Veciz", "Meahiz-ül-Hilaf" isimli kitapları yazdı.
Bu dönemde "Kitabu Fedaihil-Batınıyye ve Fedail-il-Müstehzariyye" isimli kitabını yazan Gazali, aynı zamanda Rumca'yı öğrenerek, eski Yunan ve Latin filozofların kitaplarının üstünde yaklaşık 3 sene incelemelerde bulundu. Bu incelemeleri esnasında ve neticesinde "Mekasid-ül Felasife" ile "Tehafüt-ül-Felasife" isimli kitapları kaleme aldı.
Gazali, Avrupalı filozofların, "dünyanın tepsi gibi düz olduğunu" iddia ettikleri dönemde ilim ve felsefelerinin yanlış olduğunu ispat ederek, dünyanın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tazelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin kandan ayrıldığını ve böylece dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi sonucunda vücut sıhhatinin bozulacağı gibi tıp alanında pek çok konuyu delilleriyle ortaya koydu.
İslam alimi Gazali ayrıca, diğer fen ilimlerinde de fikir ve bilgileri izah ederek kitaplarında yer verdi. Yoğun geçen ilmi çalışmalarından sonra yerine kardeşi Ahmed Gazali'yi vekil bırakan İslam müctehidi Gazali, nizamiye müderrisliği görevine ara vererek Bağdat'tan ayrıldı. Çeşitli ilmi çalışmalar ve seyahatler gerçekleştiren Gazali, Şam'da kaldığı 2 yıl içinde en kıymetli ve tanınmış eseri olan "İhyau-Ulumi'd-din" isimli kitabını İslam dünyasına kazandırdı.
Gazali'nin mantığa önem vermesi ve onu uygulamaya koyması istidlal biçimine getirdiği düzen ve sıralamadan kaynaklanır. Zira önceki kelâmcıların istidlallerinde de aynı delillerin bulunmasına rağmen aynı düzen görülmediği için önermelerin her biri kendi başına kalıyor, hangisinin önce geldiği açıkça görülmüyordu.
Gazali kelâm ilminin farz-ı kifâye olduğunu kabul eder. Her zamanda ve herkese gerekmemekle birlikte bid'atçılara ve haktan sapanlara karşı koymak, kalpleri şüphelerden arındırmak için her beldede bu ilimle meşgul olanların bulunmasını ve bu maksatla kelâm öğretimi yapılmasını gerekli görür. Ancak Gazali, bu öğretimin fıkıh ve tefsir dersleri gibi umuma açık olmamasını tavsiye eder. Çünkü ona göre fıkıh gıda, kelâm ise ilâç gibidir ; gıdanın zararından korkulmaz ama ilâcın bazı bünyelere zarar vermesinden endişe edilir.
Gazali kelâmcılarda gördüğü eksiklikleri de zikretmekten geri durmaz. Asr-ı saâdet'ten sonra ortaya çıkan yabancı düşüncelere karşı kelâmcıların dini koruma görevini iyi yaptıklarını, ancak bunu gerçekleştirirken muhalif gruplardan aldıkları öncüllere dayandıklarını belirtir.
Kelâm ilminde Gazali'nin başlattığı mantığı kullanma süreci Şehristânî'den sonra Fahreddin er-Râzî ile zirveye ulaşmış, Seyfeddin el-Âmidî ve Beyzâvî tarafından sürdürülmüştür. Ancak Râzî'-den itibaren kelâmı bir bilgi, varlık ve kavramlar felsefesi haline getiren bu değişimin Gazali'nin amaçladığı çizgide devam etmediği açıktır. Onun alet ve vasıta olarak düşündüğü meseleler, kendisinden sonra kelâmın aslî konularını sınırlayacak ve en azından hacim açısından ikinci plana düşürecek konuma gelmiştir. Nitekim İbn Haldun'a göre Gazali'nin kitapları her ne kadar mütekaddimîn döneminin terminolojisiyle farklılık gösteriyorsa da kendinden sonraki kelâm eserlerinde olduğu kadar konu ve problemler açısından felsefe ile iç içe girmemiştir.
Gazali fıkıh için, "mükelleflerin fiilleri hakkında Sâbit şer'î hükümler" tanımını verirken usûl-i fıkhın da "bu hükümlerin delilleriyle bu delillerin hükümlere delâlet şekillerini toplu biçimde tanımak"tan ibaret olduğunu belirtir.
Fıkıh alanında gerek eser telifi gerekse öğretim yoluyla çok önemli hizmetlerde bulunan Gazali 'nin bu yönü kelâm , felsefe ve tasavvuf alanlarındaki katkıları kadar dikkat çekmemiş ve işlenmemiştir. Bunu daha ziyade, fikrî plandaki etkilerinin fıkıh dışındaki disiplinlerde yoğunlaşmış olması, fıkıh alanındaki emeğine ise mevcut malzemeyi değerlendirme, sistematik açıdan iyileştirme ve sağlıklı bir ayıklamaya tâbi tutma özelliğinin hâkim olması ile açıklamak mümkündür. Onun devlet yönetimiyle ilgili fikirleri özel araştırmalara konu olmakla beraber bunlar, ifade edildiği zemin ve üslûbun da etkisiyle kamu hukuku perspektifinden değil ahlâk ve siyaset bilimi açısından ele alınmıştır.