Dünyevi arzularını dizginleyip ‘ilahî hakikatleri’ keşfeden İslam düşünürü
Tasavvufun sadece kitaplardan öğrenilecek bir ilim olmadığının farkına varan Gazali, tasavvufun öngördüğü manevî tecrübeyi bizzat yaşamak için dünyevî bağlardan kurtulup nefsin isteklerinin önüne geçerek tüm kalbiyle ahirete yönelmesi gerektiği sonucuna varan ve filozoflara yönelttiği eleştirilerle bilinen İslâm düşünürü olarak tanındı. İslam dünyasında unvanı Hüccetü'l-İslam olan, kelam ve ahlak alimi İmam-ı Gazali'yi, vefatının 907'nci yılında rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 18.12.2018
12:25
Güncelleme Tarihi: 19.12.2019
15:43
Gazali fıkıh için, "mükelleflerin fiilleri hakkında Sâbit şer'î hükümler" tanımını verirken usûl-i fıkhın da "bu hükümlerin delilleriyle bu delillerin hükümlere delâlet şekillerini toplu biçimde tanımak"tan ibaret olduğunu belirtir.
Fıkıh alanında gerek eser telifi gerekse öğretim yoluyla çok önemli hizmetlerde bulunan Gazali 'nin bu yönü kelâm , felsefe ve tasavvuf alanlarındaki katkıları kadar dikkat çekmemiş ve işlenmemiştir. Bunu daha ziyade, fikrî plandaki etkilerinin fıkıh dışındaki disiplinlerde yoğunlaşmış olması, fıkıh alanındaki emeğine ise mevcut malzemeyi değerlendirme, sistematik açıdan iyileştirme ve sağlıklı bir ayıklamaya tâbi tutma özelliğinin hâkim olması ile açıklamak mümkündür. Onun devlet yönetimiyle ilgili fikirleri özel araştırmalara konu olmakla beraber bunlar, ifade edildiği zemin ve üslûbun da etkisiyle kamu hukuku perspektifinden değil ahlâk ve siyaset bilimi açısından ele alınmıştır.
İçinde yaşadığı dönemin şartları Gazali'yi fürû-i fıkıh alanında, özellikle mezhebin bilgi kaynaklarında yer alan yanlış ve zayıf nakilleri ayıklayıp tercihe lâyık görüşleri öne çıkarmaya ve bunları bir sistematik içinde ilim muhitine sunmaya yöneltmiş olmakla beraber onun eserlerinin müteakip devirlerin Şâfıî fıkıh literatürü üzerinde önemli etkilere sahip olduğu inkâr edilemez.
Gazali'nin fıkıh usulü alanındaki eserlerine ve özellikle hayatının son yıllarında kaleme aldığı el-Müstaśfâ adlı eserine ictihad telakkisinin hâkim olduğu ve bu alanda kendi görüş ve değerlendirmelerinin daha geniş bir yer tuttuğu görülmektedir.
Gazali, tasavvuf ve tasavvufî hayat etrafında oluşan tereddütleri ortadan kaldırarak bu harekete meşruiyet kazandıran, bu şekilde tasavvufun gelişmesinde ve yaygınlaşmasında etkili olan bir mutasavvıf-düşünürdür.
Gazali'nin yaşadığı çağ yoğun tasavvufî faaliyetlerin görüldüğü bir dönemdir. Tasavvuf klasiklerinden el-Lüma' fi't-taśavvuf un müellifi Ebû Nasr es-Serrâc Gazali'nin hemşehrisiydi. Gazali, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi ünlü sûfî yazarların yetiştiği Nîşâbur'da eğitim gördü; daha sonra Irak ve Suriye gibi sûfîlerin ileri gelenlerinin yaşadığı bölgeleri gezdi. Buralardaki sûfîlerle tanıştı, kendilerinden faydalandı.
Onun tasavvufa yöneliş sebebi kadar zamanı da önemlidir. Elli yaşlarında iken yazdığı el-Münķıź mine'đ-đalâl'de önce kelâm, ardından felsefe ve Ta'lîmiyye yoluyla gerçeğe ulaşmayı denediğini, ancak gayesine erişemediğini, daha sonra tasavvufa yöneldiğini ve aradığı gerçeği burada bulduğunu açıkça ifade eder. Bu eserde, tasavvufa yöneldikten ve fiilen sûfîyâne bir hayat yaşamaya başladıktan sonra inzivaya çekilerek on yılı aşkın bir süre kalp tasfiyesiyle meşgul olduğunu söyler. Bu husus dikkate alınarak Gazali'nin kırk yaşlarında tasavvufa yöneldiği ve hayatının sonuna kadar, aradığı gerçeği burada bulduğuna inanarak yaşadığı söylenebilir.
Gazali'nin tasavvufî hayatı erken tanımış olması fıkıh, kelâm ve felsefeyle ilgili konuları incelemesine ve gerçeği buralarda aramasına engel olmamıştır. Kırk yaşına kadar çeşitli ilim dallarında derinleşmiş ve pek çok fırka hakkında ciddi araştırmalar yapmış, ancak bu alanların kendisini tatmin etmediğini ve aradığı gerçeği bulamadığını görünce tasavvufu daha derinden incelemeye başlamıştır.
MÜCTEHİD VE MÜCEDDİD MERTEBESİNE ÇIKTI
Huccetü'l-İslam denen Gazali de ancak tasavvuftan nasibini aldıktan sonra müctehid ve en büyük müceddid mertebesine çıktı. İmam Şafii, ilm-i zahirde mütebahhir olduğu halde Şeyban er-Rai'nin önünde talebenin mektepte oturduğu gibi oturur ve ondan bazı meseleler sorardı. Bu yüzden bazıları ona Aziz Mahmud Hüdayi'nin, 'İlim-Amel Seyr-u Süluk' adlı eserinde belirttiği gibi 'Senin gibi bir alim, nasıl oluyor da böyle bir bedeviye mesele soruyor?' deyince, 'Şeyban, bizim bildiğimiz ilmi de bizim bilmediğimiz ilmi de bilmektedir.' diye cevap verir.