Arama

Dursun Çiçek: "Ölüm hayata dair ve dâhildir"

Hızla akan bir çağın merkezinde yaşıyoruz. Bu hız çağında çoğu zaman etrafımızda olup biteni dahi fark edemiyoruz. Şehir, mekan, dağ, düşünce ve İslam düşüncesi üzerine yazdığı yazılar ve eserler ile tanıdığımız Dursun Çiçek ile insanın öte kavramı ile bağını, mekanı, şehir algımızı ve İslam düşüncesini merkeze alan geniş, kapsayıcı ve doyurucu bir röportaj gerçekleştirdik. Şöyle diyor Dursun Çiçek: "Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz."

  • 19
  • 20

🔺 Dursun Çiçek:

Ama bugün artık hatıra saklanmıyor. Buralar aksesuar olarak, arka dekor olarak kullanılıyor. Tarih maketleşiyor, mekân maketleşiyor. Bu manada da en hayati mekânlarımız hayat olmaktan çıkaran hususlardan bir tanesi de bu. Mekânı maketleştirdiğiniz zaman tırnak içerisinde müzeleştirdiğiniz zaman orada hayat olmaz. Sadece romantizm ve nostalji yaparsınız ve onu aksesuar haline getirirsiniz. Bu manada dediğim gibi rahmet Turgut Cansever'in de Akif Emre'nin de çırpınışlarını, onların talebelerinin çırpınışlarını bir romantizme de nostaljiye de indirgemeyelim. Bazıları mümkün olacak şeyleri de ya bu imkânsız diyerek küçümsüyorlar, alay ediyorlar. Hayır, onlar bir romantizm ve nostalji yapmıyorlar. Onlar bir şeyin imkânını ve mümkünlüğünü aslında yaparak gösteriyorlar.

🔹 Bekir Salih Yaman:

Son günlerde metaverse alemi diye bir tabir çıktı malum. Bu meyanda da şehirler ve mekanlar dijitalleşti. Bunu nasıl okumamız lazım? Bir de çocukluğunuzda mezarların cennet bahçesi olmasından bahsediyorsunuz. Günümüzde ise mezarlıklar hakkında kasvetli, karanlık bir imge hâkim. Bu konuyu izah edebilir misiniz?

🔺 Dursun Çiçek:

Aslında İkisi de ölümle ilgili, ölümün insan hayatından çıkarılması ile ilgili. İşte bugünkü yapay insan yapay zekâ tartışmaları, transhümanizm, simülasyon, imaj veya gösterinin ön plana çıkması teşhirin benim görüntü dediğim bağlamın ön plana çıkması da bununla ilgili. Hakikatte bugün şehirlerimizin hepsi bir imaj, bir görüntü haline getiriliyor. Metaverse'ün de zemini dediğimiz hadise aslında bu. Kevin Robins'in İmaj kitabının şehir bölümü bu manada çok kıymetli. Benim aklıma o gelir. Niye şehirlerimizi bu kadar çok ışıklandırdığımızdan söz eder ve şunu da der, ışıklarla bir perdeleme yaparız. Aslında asıl şehrin görünmesini perdeleyerek yeni bir görüntü oluşturur ve insanların önüne şehir budur deriz diyor. Gerçekten de bugün cam şehirler, çelik şehirler akıllı şehirler veya yapay şehirler veya görüntü şehirler üzerinden modern insanın şehri de gittikçe matematikselleştirmesi daha rafine bir mekanik hale getirmesi de tesadüf değil. Bu aslında en sonunda söyleyeceğimiz o bağlamla ilgili: İşte hayatsız ve eşiksiz evler bir anlamda ölümü hayatın dışına atar. Ölüm fikrini hayatın dışında gören bir nazariyatın, bir zihniyetin içinde yaşadığımızın göstergesiyle ilgili. Bugün maalesef bizim şehirlerimizde işte kitabın sonunda mezarlıkla, mezarlarla bitirmenin sebebi de oydu.

Ölüm aslında hayatın bize ne olduğunu gösteren en sahici şey. Yani "her şey yalan tek gerçek ölüm" falan diye şarkılar, şiirler vardır. Baktığımız zaman da hakikaten ölümün dışındaki her şeyin gerçekliğini bugün tartışabilirsiniz. Ama ne yapıyor Aydınlanma düşüncesi ölümsüzlük üzerine kuruyor her şeyi… Ölümü hayatın dışına atıyor. Mezarlıkları şehirlerin dışında atarak ölüm fikrini bertaraf etmeye çalışıyor. Oysaki bizde Yahya Kemal'e atfedilir, Yahya Kemal bir şehrin nüfusunu sayarken ölüleri de sayarmış, çünkü biz ölülerimizle yaşarız. Yani gerçekten camilerin hazireleri, medreselerin kenarları, her mahallenin mezarlığı şehirle iç içedir ve şehrin asla ötesinde değildir. (Burada "öte" derken dışı kastediyorum burada aşkın anlamında değil). Ölülerimizle iç içe olmamız aslında hem dünyanın geçiciliğini hem de ölümle birlikte hayatın devam ettiğini gösterir bize. Ölüm de dünyayla hayatının bitmediğini ve asıl hayatın, esas hayatının başladığını bize anlatır. Bu manada biz işte az önce dini tanımlarken, hayatı tanımlarken doğumla ölüm arasında ki şeyler olarak tanımladık ya din de bu. Dolayısıyla aslında hayat dediğimiz şey de bu… Onun için bizde ölüm hayata dairdir ve dâhildir.

  • 20
  • 20

🔺 Dursun Çiçek:

Şehirlerden mezarları, mezarlıkları çıkardığınız zaman veya mezarlığı olmayan şehirler yaptığınız zaman aslında o şehri de öldürmüş oluyorsunuz ve şehre bir hayat vermiyorsunuz. Şehri hayatından koparıyorsunuz. Şöyle bir şey düşünelim, onlar gibi düşünelim muhal farz diyerek: Bu dünyaya gelmişsiniz ortalama kaç diyelim 70 yıl yaşıyorsunuz ve bitiyorsunuz. Bu kadar matematikle, bu kadar fizikle, bu kadar felsefeyle uğraşan insan bunu kabul eder mi, edebilir mi? Böyle düşündüğünüz zaman o kadar basit ve yalın ki! Ama ne yapıyor ölmemek için; hücre donduruyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor başka bir şey…

Oysaki biz ölümsüzlüğü nerede kabul ederiz? Ölümü hayata dahil ederek… Mefhum üzerinden düşünmek lazım buralarda. Bugünden baktığımızda Gazali ölü mü bizim için, İbn Sina ölü mü, İmam-ı Azam Ebu Hanife ölü mü, şehitler ölüler mi? Biz ölümsüzlüğü, hayatı bir öte üzerinden, bir mefhum üzerinden bir müteâllik üzerinden tanımlıyoruz. Dolayısıyla şehirlerimizin ölmemesi de evlerimizin ölmemesi de bir surete indirgenemez. Bir matematiksel veya fiziksel mekâna indirgenemez.

Dolayısıyla mezarlarımızla aynı şehirde yaşadığımız zaman mekânımız tamamlanır. Hatta şöyle diyelim, sohbetin sonu şöyle bağlayalım: Mekânımızın tamamlanması için mezarlıkları olan şehirlerde yaşamaya başladığımızda artık nazariyatımızın da oluştuğuna, hafızamızın da yeniden hatırlandığına ve dilimizin de yeniden kurulduğuna artık bir hayat nizamı ve dünya tasavvurunu oluşturabileceğimize inanabiliriz.

Röportaj

Bekir Salih Yaman

Editör

Halil İbrahim Kutlu

Kamera

Eyüp Can Kaymak
Mert Akkuş
Serkan Hervenik

Kurgu

Günışığı Gülhan Salma

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN