Arama

Dursun Çiçek: "Ölüm hayata dair ve dâhildir"

Hızla akan bir çağın merkezinde yaşıyoruz. Bu hız çağında çoğu zaman etrafımızda olup biteni dahi fark edemiyoruz. Şehir, mekan, dağ, düşünce ve İslam düşüncesi üzerine yazdığı yazılar ve eserler ile tanıdığımız Dursun Çiçek ile insanın öte kavramı ile bağını, mekanı, şehir algımızı ve İslam düşüncesini merkeze alan geniş, kapsayıcı ve doyurucu bir röportaj gerçekleştirdik. Şöyle diyor Dursun Çiçek: "Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz."

🔺 Dursun Çiçek:

Buraya baktığımız zaman hem dağların teklife muhatap olması hem peygamberlerin, evliyaların ve dervişlerin dağla olan irtibatı, dağın o coğrafi bağlamının ötesinde bir ötesinin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla dağ bu anlamda sizin için bir "kapı" olabiliyor, dağ bu anlamda sizin için bir "geçiş" olabiliyor ve kendi suretinde bulunan o yüceliği bir üst müteallikle ve bir öte ile irtibatını kurabiliyorsunuz. Aynı şey şehir için de geçerli. Yani o matematik ve fizik bağlamının ötesinde aydınlanmanın şehir anlayışının ötesinde ne yapıyorsunuz bu defa siz o şehri bir inancın mücessem hale geldiği bir mekân olarak görmeye başlıyorsunuz.

Nasıl yani derken şimdi diyorsunuz Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) Yesrib'i almış ve daha sonra buraya Medine ismini koymuş. Niye Medine ismini koysun ki, başka bir isim koyabilirdi. Medine gramer olarak, dil olarak baktığınız zaman nedir? Dinin yaşandığı şehir/yer anlamına gelir veya kulluğun yapıldığı şehir anlamına gelir veya daha alt anlamlarında borcun ödendiği yer. Borç derken de neyi kastediyoruz kulluğu kastediyoruz aslında "deyn" Arapça'da borç anlamına gelir, fakat şehir bağlamı bizim için önemli.

Ne anlama geliyor? Din, Medine, tedeyyün, temeddün bunlar hep aynı kökten gelir. Ama bugün medeniyet, daha çok sivilizasyonun karşılığı. Medeniyet biraz kirletilmiş veyahut da ortaya çıkarılması biraz daha farklı bir bağlam. Biz bugün medeniyeti tabii ki içselleştirebiliriz ama o manada asıl Medine temeddün üzerinden gidersek medeniyet daha bize ait bir kavram olabilir. Dolayısıyla biz bir Medine'yi şehir olarak görürken nasıl bir mekân olarak görürüz anlaşılır; dinin ete kemiğe büründüğü yer olarak görürüz, bir inancın ete kemiğe büründüğü yer olarak görürüz.

Peki şehir neden oluşur? Şehir; evler, çarşı, mabet, mezarlık ve bahçelerden oluşur kabaca. Bunların hepsinin bizim için temsili bir anlamı var. Yani bunların tesadüfen mi mekân oldular, matematiksel hesaplarla, iktisadi gerekçelerle sırf fiziki ihtiyaçlardan dolayı mı bir insan bahçe yapar ev yapar mahallede yapar veya çarşı kurar? Hayır, bir insan inandığını yaşar. Ahlaki zeminini ete kemiğe büründürür. Bu anlamda bizim öte ile irtibatımızın en güzel örneği aslında şehirler.

Dağlardan sonra şehirler. Niye şehirler? Çünkü biz bu dünyanın geçiciliğini evler üzerinden, şehirler üzerinden biliriz. Sürekli insanlık tarihine baktığımız zaman da evlerin değiştiğini fakat ev fikrinin değişmediğini şehirlerin harap olduğunu Kur'an-ı Kerim'in kıssalarında Hz. Peygamberimize (SAV) hatırlatılır. Örnekler olarak anlatılır kıssalarda. Bir geçicilik anlatılır; dünyanın geçiciliği, şehirlerin geçiciliği, insanın geçiciliği mekân üzerinden ve şehirler üzerinden de anlatılır. Dolayısıyla burada neye dikkat çekilir? Mekânın geçiciliği üzerinden başka bir mekâna dikkat çekilir.

🔺 Dursun Çiçek:

Biz insanın, dolayısıyla bu dünyada olup biten bir hikâyesi olduğunu düşünmüyoruz. Biz, bu dünyanın ötesinde bir öte dünya fikrine sahibiz. Bu öte dünya derken de bir cennet inancına, fikrine sahibiz. Niye sahibiz; çünkü bizde Hz. Âdem ve Hz. Havva'nın hikayesi cennette başlar, dünyada devam eder. Bu bizim de hikayemiz. Hz. Âdem ve Hz. Havva'nın şahsında bütün kadınlar ve bütün erkekler cenneti ve cennete ait olanı temsil ederler.

Sadece evinde, şehrinde değil kendi şahıslarında da temsil ederler, fakat bizim konumuz ev ve şehirdir. Bir insan evini yapınca hemen oraya bir yeşillik, bir bahçe yapar. Ağaçlar diker, meyve ağaçları olur veya altında dinleneceği ağaçlar diker. Su olur, pınar olur. Nereden geliyor bu fikir? Çünkü şehir aynı zamanda bir hatırlamadır. Yani hatırlamazsa insanın böyle bir şey yapabilmesi mümkün mü? Mümkün değil. Bir hatırlatan onu hatırlatır ve bu hatırlama sonucunda da bunu ete kemiğe büründürür. Bu anlamda şehirler bizim aslında cenneti unutmamamız üzerine, asıl ve aslî mekânı unutmamamız üzerine oluşturduğumuz, kurduğumuz mekanlardır.

Dolayısıyla biz mekanları kurarken bir hafızayı diri tutar ve hatırlama ameliyesi vasıtasıyla da sürekliliği sağlarız. Bir bütünlüğü kaybetmeden bir sürekliyi de oluştururuz ve bu bizim mekân kurmamıza sebep olur. Dolayısıyla biz mekân kurarken bir öte fikriyle kurarız. Evde biz cenneti hatırlarız, bahçede cennette hatırlarız, şehirde cenneti hatırlarız ve bunlarla birlikte kulluğumuzu hatırlarız ve bütün bunlarla birlikte cennet inancını/fikrini kaybetmeyiz. Biz dünyayı güzelleştirme derken de şehirlerimizi güzelleştirme derken de aslında, güzel olan cennet fikrini Allah'ın (CC) güzel isminin tecelli ettiği bir bağlamı bu dünyada sürdürürüz, taşırız ve bunu hakikatiyle anlamaya çalışarak bunun hakkını vermeye çalışırız. Bu manada gerçekten rahmetli Turgut Cansever'in "hüsnü muhafaza" dediği şey budur. Yani insan hüsnü muhafaza ilkesi çerçevesinde mekanını kurar. İnsanın cenneti unutmaması için Allah (CC) dünyayı cenneti temsil edecek durumda, cenneti hatırlatacak durumda güzel yaratmıştır ve insan bu güzelliği kaybetmemek üzere ömrünü imar ederek geçirir.

Mimari dediğimiz şey, şehirleri imar etme dediğimiz şey aslında budur. Yoksa Aydınlanma düşüncesi çerçevesinde dünyada insan eliyle yeniden cennet kurma fikrine bu tamamen zıttır. Yani onların iddiası da dünyada bir cennet kurmadır fakat onlar bunu bir öte fikri olmadan, insanın aklı ve iradesiyle insanın imkanlarıyla kurma iddiasını taşırlar. Müslümanlar ise Müminler ise inananlar ise aksine zaten güzel olan dünyaya uyum sağlayarak onun cennetin bir temsili olduğunu bilerek yine o cennet idrakini dünyada mahremiyet duygusuyla güzellik duygusuyla, iyilik duygusuyla, yücelik duygusuyla sürdürürler ve helal-harama riayet ederek de kulluklarını yani deynlerini, borçlarını öderler ve onların şehirlerinde bu manada bu ilkeler esas olur. Dolayısıyla bu mekanlar bir maneviyat üzerine, bir müteallik üzerine bir öte fikri üzerine kurulur.

🔹 Bekir Salih Yaman:

Mekân insanı yalnızlaştırır mı yoksa insan yalnızlık duygusundan bir kurtulma uğraşı olarak mı mekâna ilgi duyar?

🔺 Dursun Çiçek:

Yalnızlıkla… Benim bir sözüm var. Bu arada benim sözüm cümlesi tabii riskli bir şeydir. Bazen çok etkilendiğimiz bir insanın veya yıllar önce okuduğumuz kitaptaki bir cümleyi de bazen sahiplenerek kullanıyoruz. Onun için kendi kitabımızda da olsa kendi konuşmamızda da olsa bir cümleye benim cümlem diye sahip çıkmamak lazım ihtiyaten. Kitaplarla yaşayan bir insan olduğum için. Rahmetli babam "oğlum okulu bitirdin, öğretmen oldun, üniversiteyi bitirdin hala bu kadar kitap alıyorsun yetmedi mi? Niye işte mesleğin de var maaş da alıyorsun artık kitap almaman gerekmiyor mu" falan dediğinde "Ya hu baba kitap sadece okunmak için değil okumanın sonu yok ama kitap aynı zamanda birlikte yaşamak için de alınır/okunur" diye bir cümle kurdum ve ben Walter Benjamin'in böyle bir söz olduğunu bilmiyordum, okumamıştım mesela. Bir yerden duymuş olabilirsiniz, hiç duymamış da olabilirsiniz veya aynı şeyleri siz düşünmüş de olabilirsiniz. Bunun gibi… Benim demekten kaçınmak gerekir.

🔺 Dursun Çiçek:

Ona göndermede bulunarak şunu söyleyeceğim. Yani asıl cümlem şuydu "Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz" diye. Bu cümleyi çok kullanırım. Bunu doğrusunu söylemek gerekirse aslında kaynağı, hissiyatını benim tamamen Hz Peygamber Efendimizin (SAV) Hira mağarasındaki o yaşadığı süreci, dönemi okurken/incelerken veya Hz. Peygamberimizin (SAV) şahsında diğer peygamberlerin de içinde yaşadıkları toplumdan kendilerini tecrid/tecerrüd ederek yalnızlığı tercih etmelerini düşündüğümde yadıma geldi. Bazı âlimlerin, bizim fakihlerimizden de sufilerimizin de âriflerimizin de bu manada yalnızlığı tercih eden insanlar var ve bunların bu yalnızlığını geçirdikleri, tutundukları mekanlar var.

Bu mekanlar üzerine düşünürken kullanmıştım ben onu "Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz" diye. Tek başınalıkta bir mekân fikri olmaz insanda ama yalnızlıkta bir mekân fikri olur. Hatta yalnızlıkta mekânı kurarsınız. Hz. Peygamberimiz -bunu bazıları belki biraz farklı değerlendirebilir ama- Hz. Peygamberimiz (SAV) "Mekke'yi, bizim Mekke'mizi daha doğrusu Hira'da, Medine'mizi Sevr'de kurdu" cümlesini kullanırlar. Bence boş ve anlamsız bir cümle değil bu. Hz. Peygamberimizin (SAV) Hira'daki süreci ve orada da asla Kâbe'yi bırakmıyor, asıl mekânı asla bırakmıyor.

Kâbe, Allah'ın (CC) evi, o Kâbe'nin temsili bir anlamı var bir mihenk bizim için. Efendimiz (SAV) oranın putlarla dolu olduğu dönemde bile Hira Mağarasında inzivasını sürdürdükten sonra geliyor, evine gideceği zaman yine Kâbe'yi ziyaret ediyor ve ondan sonra yine yeniden evine gidiyor. Orayla irtibatını hiçbir zaman koparmıyor. Orayı hatırlayarak hafızada tutuyor. Niye? Çünkü oranın asliyetini, ne olduğunu çok iyi biliyor ve bunu o kötüden ve kötü olandan oraya arızi olarak gelenden arındırması için orayı bırakmaması gerekiyor. İşte yalnızlıkla tek başınalık arasındaki fark da bu. Hem Kâbe'yi yalnız bırakmıyor hem kendi yalnız kalmıyor ve dolayısıyla burada bir mekân, bir Mekke kuruluyor. Mekke, Hira, Kâbe ve Hz. Peygamberimizin (SAV) evi arasında Hazreti Hatice'nin (RANHA)evi arasında kuruluyor. Dolayısıyla mekandaki o mekanların paranteze alınması o yalnızlığımıza tahsis edilmesi o mekanları aslında çoğaltıyor.

🔹 Bekir Salih Yaman:

O zaman burada bir "mekân kurucu" olarak yalnızlıktan da bahsedebiliriz.

🔺 Dursun Çiçek:

Tabii ki, işte o yalnızlık bizim nazariyatımızı geliştirdiğimiz hal. Yani bizim tasavvuftaki terk-i dünyayı bu manada algılamamız ve anlamamız gerekiyor. Hz. Peygamberimizin (SAV) Hira'da geçirdiği bağlamla alakası var bunların. Dolayısıyla orada yalnız kalarak tekbaşınalığı bertaraf ediyorsunuz ve tek başına kalmamayı sağlıyorsunuz. Çünkü yalnızlık bir ara süreç, bir anlamda yoksa tek başına kaldığınız zaman sizin mekanla bir ilişkiniz olmaz, insani bir eyleminiz olmaz.

Çünkü din bizim için mekânda tutunur, tutar. Medine, dinin mekân tutması derken de bunu kastediyorum. İnsan da mekânda olmadığı sürece şehirde olmadığı sürece Hz. Peygamberimiz (SAV) dönüşünü düşündüğümüz zaman ne yapıyor, o yalnızlık vahiyle bitiyor ve vahiyle birlikte zaman yeniden başlıyor ve ne yapıyor mekân yeniden kuruluyor. Hz. Peygamberimizin (SAV) akrabalarını davet sürecini geçelim, açık tebliğe başladığında aslında Mekke yeniden kurulmaya başlıyor. Yani işte bir ötenin bir vahyin etek kemiğe bürünmesi orada yeniden başlıyor. Dolayısıyla şehir tekbaşınalıktan kurtuluyor. Şehir neye yalnız? Şirke yalnız. Şehir yabancılaşmaya yalnız. Şehir kötüye yalnız. Bunlara yalnızlaşmadığın zaman direnemiyorsun ama bu yalnızlıkta ne ile gideriliyor?

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN