Gurbette Ramazan ayı nasıl yaşanırdı?
"Yemeklerimizi ihzara başladık. Hayatımızda birdenbire gelen bu tahavvül (değişim) hizmetçimiz Japon kadınını ve komşularımızı daha şaşırttı. Dinimizin kudsiyetini takdire bir vesile oldu." Osmanlı gazetecisi Hasan Fehmi bu satırlarda yüz yıl öncesindeki bir gurbet Ramazan'ını anlatıyor. Rahmet ve bereket ayı olan Ramazan, her asırda en güzel şekilde yaşanır ama gurbette yaşanan Ramazan'ın tadında farklı bir his vardır. Sizler için Japonya ve Paris'te yaşanan gurbet Ramazan'ına dair hatıraları derledik.
Giriş Tarihi: 22.05.2019
08:46
Güncelleme Tarihi: 22.05.2019
09:29
BİR OSMANLI ELÇİSİNİN HATIRASINDAN PARİS’TE RAMAZAN
Biz Paris'te dolaşırken Ramazan-ı Şerif çıkageldi. Gündüzleri oruç tuttuk, geceleri de cemaatle teravih namazı kıldık. Burada gün erken doğduğundan, beş buçuk saatte imsak oluyordu.
Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 17.yüzyılın sonlarına doğru doğmuş, 18.yüzyılı, ''Lale Devri'' diye isimlendirilen devirde ehemmiyetli vazifeler almış devlet adamlarımızdandır. Fransa'nın başkenti Paris'e giden elçilerimizdir. Yazdığı Sefaretname'si meşhurdur. Burada anlattığı bir Ramazan hatırası nakledilmektedir. Ramazan ayında oruç tutan Çelebi Mehmed Efendi ve maiyetinin iftarlarını, yemek yeyişlerini, teravih namazlarını eda edişlerini merak eden başta Fransız kadınları olmak üzere birçok Fransalının halet-i ruhiyelerini 18. Yüzyıldaki in'ikaslarını şöyle anlatıyor:
Biz Paris'te dolaşırken Ramazan-ı Şerif çıkageldi. Gündüzleri oruç tuttuk, geceleri de cemaatle teravih namazı kıldık. Burada gün erken doğduğundan, beş buçuk saatte imsak oluyordu. Müneccimler: ''Yaz günlerinde iki ay kadar geceleri fecir az sürer.'' dediler. Gerçi akşamları da şafak iki saat geç kayboluyordu, saat sekizi geçerken de güneş doğuyordu. Biz Ramazan'a başlayınca Mareşal yanımıza geldi, devlet büyüklerinin selamlarını getirerek: ''Hanımlarımız iftar saatinde yanınıza gelip, yemek yeyişinizi seyretmek istiyorlar. Çok yalvarıp rica ettiler, izniniz olursa hepimizi sevindirirsiniz, hatta belki Kral'ımız bile memnun olur.'' dedi.
Yapılan bu ricaya karşı çaresiz bir durumda: ''Elimizden ne gelir, hoş geldiler, sefa geldiler.'' dedik. Akşama yarım saat kala bir de me göreyim, altın ve ziynete batmış iki yüze yakın kadın konağımızı basıp, içeri girerek karşılıklı sandalyelere oturdular. Konağımız adeta kadınlar evine döndü. Dolup dolup taştı. Arkadan, iznimizi duyan başka kadınlar da gelmeye başladılar. Bir anda birkaç kadın arasında kalıverdik. Konağımız böylece bir düğün evi halini aldı. Binlerce kadının azap verici bakışları arasında güç bela iftar açarak yemeğimizi yedik.
Daha sonra teravih namazını kıldık. Teravih kıldığımızı da ertesi gün duymuşlar, yine iftara yarım saat kala, iki bine yakın kadın kız konağımızı bastılar. Her birinin ellerinde şekerleme ve çörekler vardı. İftarımızı açıp, yemeğimizi yedik. Muhterem misafirlerimiz bir türlü gitmek bilmiyorlar, gece ta saat üçe kadar yanımızda kalıp bizleri rahatsız ediyorlardı. Meğer teravih namazını kılmamızı bekliyorlarmış. Yapacak başka işimiz ve çaremiz kalmadı, mecburen kalktık abdest alıp teravih namazımızı kıldık.