İslam'da kadın hakları ve önemi
Bugün insanlık her konuda olduğu gibi, kadın hakları konusunda da çetin bir imtihandan geçiyor. Dünyanın birçok yerinde savaş, şiddet ve zorbalık herkesten çok kadınları vuruyor. "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz, onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın adını anarak (nikâh kıyıp) kendinize helâl kıldınız." buyuran, hayatında tek bir defa bile kadına el kaldırmayan Resul-i Ekrem'in yolundan gidilmesi gerekirken, onlara karşı merhametli davranılması gerektiği unutuluyor. Peki, İslam bize kadınlarla ilgili neler öğütler?
Giriş Tarihi: 05.12.2019
09:25
Güncelleme Tarihi: 05.12.2021
09:27
İslam'dan önceki Araplarda kadının durumu
İslam'dan önceki Araplarda kadının durumu çok kötüydü . Her şeyden önce dinmek bilmeyen kabile savaşları kadınlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu. İslam dini, bütün Müslümanların kardeş olduğunu, her Müslümanın malının, kanının ve namusunun "Mekke kadar, Kâbe kadar" mukaddes ve dokunulmaz olduğunu ilân etmek suretiyle kabileler arası savaşı ortadan kaldırdı. Bu gelişme en çok kadınlara yarar sağladı. Artık kadın iffetsizliğe zorlanamayacak, hatta iffetine gölge düşürücü sözler söylenemeyecekti.
Kız çocuklarının hor görülmesi kesinlikle yasaklandı; kız evlât ile erkek evlât arasında hiçbir değer farkının bulunmadığı ifade edildi. Kadının fizyolojik bakımdan erkeğe göre zayıf olduğu gerçeği kabul edilmekle birlikte, bu onun için horlanma sebebi sayılmayıp, aksine, bu vesileyle erkeğe, kadını himaye etme, sevgi ve şefkat gösterme, ihtiyaçlarını karşılama gibi görevler yüklendi. Kadına anne olması itibariyle hiçbir medeniyette benzeri görülmeyen bir yücelik ve değer verildi; "Cennet annelerin ayakları altında" gösterildi.
"Mümin olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." Nisâ, 4/ 124.
İslam'da kadının hakları konusundaki tartışmaların başka önemli bir kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktalarında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak câizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınırlama ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir.
İslam bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı Müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terk etmiştir. Bu itibarla kadınların kamu görevi üstlenmesi ve sosyal hayata iştirakleri konusunda daha sonraki dönemin kaynaklarında yer alan yönlendirme ve kısıtlamalar, genelde İslam bilginlerinin kendi bilgi, tecrübe ve kültür birikimlerinden, toplumda yaygın telakkilerden, bu yönde ciddi bir ihtiyacın bulunmayışından, biraz da devrin olumsuz şartlarından kadınları uzak tutma gayretlerinden kaynaklanır.
İslam'ın gelişmesinde büyük rolleri olan alim hanımlar
Müslüman bilim insanları ilk asırlardan beri kadın- erkek farkı gözetmeksizin ilmî çalışmaların hepsini desteklediler. Bu destekler İslam'ın gelişmesinde büyük rol oynasa da kaynaklarda kadınların ilmî konulardaki katkıları erkekler kadar zikredilemedi. Mesela İslam tarihindeki ilk hemşirenin, ilk sahra hastanesinin veya dünyanın ilk üniversitesinin kurucusunun Müslüman bir kadın olduğunu ya da insanlık tarihinde bilinen ilk kadın doktorların Eski Mısır'da yaşadığını pek çoğumuz bilmeyiz.
Müslüman hanımlar arasında sosyal hayatta da itibar sahibi olup kabul gören kişi Hz. Hatice (r.a) annemizdir. Hz. Hatice, öylesine şeref, haysiyet, iffet ve temizlik dolu bir hayat yaşıyordu ki toplum içerisinde "Tâhira" (temiz) diye meşhur olmuştu. Halbuki nefsânî heveslerini ve şeytanî arzularını gerçekleştirmesi için her türlü maddî imkâna sahip idi. İnsanın değer ve üstünlüğünü paraya-pula, dünya malına, ırka, makama değil, onda bulunan güzel sıfatlara, insanî ve ahlakî değerlere bağlıyordu.