Muhâsibî’nin El Akl ve Fehmü’l Kur’an adlı eserinde akıl ve ahlak ilişki
Akıl, insanlar tarafından yüzyıllar boyunca irdelenmiş bir kavram... İnsan kendi aklıyla Allah'ın kendisine bir tabiat olarak bahşettiği bu aklı anlamaya çalışmış. Akıl tüm ilimlerin mevzusu bu sebeple farklı disiplinlerdeki mütefekkirler kendi bakış açıları, metod ve teorileri sonucunda bu kavrama tanımlamalar getirmişler. Bu tanımlamalar; yalnızca yüzeysel manada bir kavramı açıklama doğrultusunda değil ayrıca onun "işlevselliği" ,"ne olduğu" ve "doğru kullanımı" hakkında olmuş ekseriyetle. Bir sufi olan Muhâsibî 'El Akl ve Fehmü'l Kur'an' adlı eserinde tasavvuf ve diğer ilimlerin de konusu olan akıl üzerinde durarak görüşlerini bildirmiş. Tasavvufun kurucusu Cüneydi Bağdadi'yi de etkilemesi açısından Muhâsibî'nin eseri ve düşünceleri oldukça önemlidir.
Giriş Tarihi: 09.12.2019
11:47
Güncelleme Tarihi: 09.07.2021
10:06
'El Akl ve Fehmü'l Kur'an'
Tasavvufun yapmak istediği nefsin terbiyesinin yanında aklın da terbiyesidir. Muhâsibî' nin El Akl ve Fehmü'l Kur'an adlı eseri bir akıl kritiği kitabıdı r. Muhâsibî insan- akıl, akıl-ahlak ilişkilerinden yola çıkarak "nasıl doğru düşünebiliriz" in cevabını bulmaya çalışıyor.
Muhâsibî ' ye göre akıl bizde bir "tabiat" tır. Yani Yaratıcı insana bu aklı bahşeder. Allah'ın ayetlerini, çevremizde yaşanan olayları, kendi benliğimizi algılayabilmemiz için Allah, insana bu aklı vermiş ve bu akıl sonucunda onu imtihana tabi tutmuş. O halde, akıl tüm insanlara eşit olarak bahşedilmiş bir melekedir. Aklın faaliyet sahası kişinin eylemlerinde kendisini gösterir. Muhasibi' ye göre akıl bir marifet değildir.
Kur'an- ı Kerim'den yola çıkarak bu ayrımın idrakine varabiliriz. Kur'an- ı Kerim'in muhatap aldığı kişiler "akıl sahipleri" dir. Buradaki kastedilen "akıl sahibi" olma durumu bilgili olmakla değil "akletme" yeteneği olmakla alakalıdır. Eğer akıl marifet olsaydı Kur'an-ı Kerim'in muhatabı yalnızca bu bilgiye vakıf olan insanlar olurdu. Ve akıl noksanlığı olan delilik bilgisizlik ve cahillik olarak nitelendirilirdi. "Ya Rabbi, onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı" Hadis-i şerifi bu konuyu açıklar niteliktedir. Zira burada bilmeme durumu kişilerin akıl noksanlığından kaynaklanan bir durum değil. O kişiler akıl sahipleri olmalarına rağmen bunu idrak edebilecek marifete sahip olmadıkları için Allah'ı inkâr ederler.
‘Akıl’ kavramının gündelik hayatta ve dindeki karşılıkları
Akıllılık kavramının temeline bakıldığında gündelik hayatta ve dinde kullanılan anlamının ortak olduğu noktalar mevcut. Akıllılık, her iki anlamda da kişinin kendisine yararlı olabilecek davranışlarda ve seçimlerde bulunması sonucunda değerlendirilir. Fakat burada bir bakış açısı farkı var ki bu en büyük bölümü teşkil eder. Dünya ve ahiret odaklı bu seçimlerde hangi tarafa yararlı olabileceğinin ayrımına varmak esastır. Bu noktadan sonra "akıllı" nitelendirmesi gündelik ve dini kullanımdan ayrı düşmeye başlar.
Dünya için kendi yararımıza bir şey seçtiğimizde bu bizi gündelik hayatımızda, toplum ve hayat karşısında "akıllı" statüsüne yerleştirirken, dinde tamamen farklı bir boyuta taşır. Bununla birlikte gündelik anlamda akıl; maddi ilimleri karşılayan kavramlarda daha geçerli olmuş ve yüceltilir. Bu ilmi sahada olan bir görüştür. Aklın dünyaya ait işlerde en işlevsel olarak kullanıldığı alanlarla uğraşan kişiler "akıllı" olarak nitelendirilir. Ve bu kişiler toplum tarafından saygınlığı olan kişiler haline gelir. Fakat bunun yanında manevi ilimlerle uğraşarak yaşadığı bir takım ruhi hallerden ötürü kendi oluşturdukları "üst" dille konuşan insanlar çoğunlukla "deli" veya "akıl noksanı" gibi ifadelerle yaftalanmışlardır tarih boyunca.
Dindeki "akıllı" anlayışı ise gündelik hayattaki akıllıdan çoğunlukla uzaktadır . Muhâsibî, insanoğlunun Allah'ın emrini yerine getirerek dünya ve ahiretine karşı kendisine faydalı ve zararlı olan şeyler arasındaki ayrımı yapabilecek kudretteyken, ahiretini düşünmekten uzak olması çelişkisi üzerinde durur. İnsanoğlu anlamak adına tüm melekelere sahiptir fakat düşünmek adına kafa yormadıkları için idrak seviyesine ulaşamazlar.
Muhâsibî'ye göre en akıllı kişi, ahiret için bize yararlı olanı yaparak Allah'ı en iyi şekilde anlayan kişidir. Çünkü bu insan dünya hayatının faniliğini bilerek sonsuz bir ömür olan ahireti için faydalı olanı yapmaya çalışır ve onu yaratan Allah'ın emir ve yasaklarını dikkate alır. Muhâsibî'nin temel meselesi; "doğru akletme" ye ulaşmaktır. İnsanın doğru akletmesi için öncelikle aklını terbiye etmesi gerekir. Bu da akıl ve ahlak ilişkisinden doğan bir sonuç olarak karşımıza çıkar.