Oruç, hayata “dur” deme özgürlüğüdür
Rahmet ve bereket mevsimi olan Ramazan-ı Şerif'in hemen her detayında bir sır, hikmet gizlidir. Ramazan ayının en güzel ziyneti olan oruç, sadece yemek ve içmekten uzak kalmak değil insanın düşünmesinin önünü açan bir ibadettir. Ramazan ayının hakikatlerini, orucun hikmetlerini Lacivert Dergi'ye anlatan Ekrem Demirli, "İnsan yiyen, içen, çoğalan, toplum kuran bir varlıktır. Oruç ibadeti, bize bunların insan için temel bir şey olmadığını anlatmak istiyor." cümlesiyle Ramazan ayına ve oruç ibadetinin detaylarına mercek tuttu.
Giriş Tarihi: 20.03.2024
15:04
Güncelleme Tarihi: 20.03.2024
15:31
Orucun insanda yarattığı bir sükûnet hali var. İçinde yaşadığımız modern hayat ise bizi aşırı bir hıza ve hazza maruz bırakıyor. Orucu, insanı bu hız ve haz girdabından kurtaran bir ibadet olarak da değerlendirebilir miyiz?
Ekrem Demirli:
Tabii ki. Hayat bizi araçsallaştırıyor. Örneğin kullandığımız araç-gereçlerin karşısında biz yerimizi kaybediyor, nesneleşiyoruz. Özne ise kullandığımız o araçlar oluyor. Hâlbuki biz, oruç tutarak maruz kaldığımız o hayatın dışına çıkıyoruz . Özgürleşme dediğim şey de burası ile ilgili esasen. Tam yeri gelmişken size bir hikâye anlatayım. Tasavvufta; "İsmi azam (Allah'ın en yüce ismi) nedir" sorusu vardır. Yüz yıllardır bu konuda çeşitli yorumlar yapılmış. Bayezid-i Bistami de bu konunun tartışıldığı bir ortamda bulunuyormuş ve demiş ki; "Allah'ın küçük ismini siz söyleyin ben büyük ismini söyleyeyim." Bistami burada Allah'ın bütün isimlerinin büyük olduğunu vurgulamak istiyor. Bir çarpıcı örnek daha vereyim: Feridüddin Attar 'ın bir meczubu vardır. Meczuba da bir gün ismi azam sorulmuştur. Meczup; "İsmi azam ekmektir" demiş. Meczubun böyle demesinin sebebi, herkesin ekmeğin peşinde koşmasından ve Allah'ın kendisini ekmekte gizlediğini düşünmesindendir. Gerçekten de hayat bir ekmek mücadelesidir. Biz Müslümanlar oruç ile hayatın bir ekmek mücadelesi olduğunu reddetmeye çalışıyoruz ama bu kadar oruç süresiyle bu öğrenilir mi? En uzun tuttuğumuz zaman 18 saat oruç tutuyoruz. 18 saat yeter mi öğrenmeye?
Peki, az bir süre mi bu?
Ekrem Demirli:
Buna iki şekilde bakmak lazım; oruç ortalama bir insan için zor, elit bir insan için az bir ibadet tir. Mesela Hindistan'da altı ay aç kalan bir adam için oruç kolay bir ibadettir hatta ibadet bile değildir fakat geniş kesimler için oruç zor bir ibadettir çünkü sürekli yeme-içmeye, atıştırmaya alışmıştır onlar. İslam oruçta süreyi uzatmayı önemli görmedi. Yani üç gün oruç tutmamız gerekmiyor. Mesela ilk zamanlarda Müslümanların bir kısmı iki gün aç kalarak visal orucu tutmak istemişler. Peygamber Efendimiz bunu uygun görmemiş çünkü İslam'ın orucunda esas meseleyi nicelik değil nitelik oluşturuyor. Eğer 18 saatte meseleyi doğru anlarsak, bu ibadetin niçin farz kılındığını, bizim yemeye ve çoğalmaya bağımlı olmadığımızı idrak edebilirsek 18 saat de yeter. Bir ayet-i kerimede; "İnsanları kılık kıyafetlerine, durumlarına, jest mimiklerine bakarak tartanlara yazıklar olsun" buyuruyor Cenab-ı Hak. Yani herhangi birine sosyal sınıfına göre saygı gösterenlerden bahsediyor. Bunların kim olduğunu ve vasıflarını tasvir ederken diyor ki; "Mal topluyor ve onu sayıyor, zanneder ki malı onu ebedi kılacak." Burada orucun ne demek olduğunu da buluyoruz aslında.
Nasıl buluyoruz?
Ekrem Demirli:
Şöyle ki; Arap toplumunda insanın gücü, malından ve neslinden geliyordu. Aslında neslimiz çok yüce gayelerle ortaya çıkmıyor, neslimizin varlık sebebi bize güç, asker olmasından ibaret. İslam bunun önüne geçiyor. Yani bizim bekamız, çocuklarımız değildir. Dünyaya üremek için gelmedik. O Cenab-ı Hakk'ın bize yüklediği başka bir görevdir. İkincisi ise; biz buraya ekmek yemeye gelmedik, dünyaya başka bir gaye için geldik. Dünyaya gelişimiz insan olmak içindir, oruç ibadeti de bunun için var.
Burada bir parantez açayım. Hani dediniz ya İslam bize çoluk çocuğumuz için gelmediğimizi öğretiyor diye… Hz. İbrahim'in kurban hadisesi de bunu anlatmaya çalışmıyor mu bize?
Ekrem Demirli:
Söylediğiniz doğru ama o kıssanın iki yönü var, kıssa sadece baba-oğul değil, oğul-Allah, baba- Allah kıssasıdır. Hz. İbrahim kıssası Türkiye'de yanlış anlatılır biraz. Bu kıssada dikkatimizi hep baba-oğul çekiyor. Hâlbuki oradaki doğru ilişki Hz. İsmail'in şu sözünde saklı; "Rabbin ne emrettiyse onu yap, beni teslim olmuş bulacaksın." Cümle budur, İsmail babasına teslim olmuyor, Allah'a teslim oluyor. Babama canım feda demiyor. Hz. İbrahim de gözü yaşlı bir baba değil. Bakın Hz. Yusuf kıssası da böyledir. Bu kıssa sanki Yusuf ile Züleyha ve Yusuf ile kardeşlerinin ilişkisi gibi anlatılır. Hâlbuki oradaki bütün ilişki aslında Allah iledir. Yakup ve Yusuf arasındaki ilişki de, baba-oğul arasındaki ilişki değil babanın Allah ile ilişkisi ve Yusuf'un Allah ile ilişkisidir. Yani ilişkilerin zemininde, odağında hep Allah vardır.
Yani Yusuf kendi içine düştü, kuyuya düşmedi diyorsunuz?
Ekrem Demirli:
Tabii. Yusuf en sonunda onu söylüyor zaten. Rabbim rüyamı hak çıkardı diyor. Neydi o rüya? Benim Allah'ı tanımamdı. Mevzu, kardeşler yahut Züleyha değil. Biz hayatı okur gibi Yusuf hikâyesini okuyunca Yusuf ve Züleyha dikkatimizi çekiyor yahut İbrahim ve İsmail çekiyor.