Arama

Sadece Allah'la yaşayan kalbi ifade eden kavram: Tevekkül

Hiçbir şeye bağlanmadan, sadece Allah'la yaşayan kalbi ifade eden tevekkülün özünü; müminin kendisini her durumda Allah'ın irade ve takdirine teslim ederek, O'ndan gelene rıza göstermesi oluşturur. Sözlükte Allah'a güvenmek anlamındaki vekl kökünden türeyen tevekkül, birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme manasına gelir. Birine güvenen kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir.

Bazı peygamberlerin inançlarındaki kararlılıkları ve tevekkülleri örnek gösterilir. Bir âyette Resûl-i Ekrem'e kamu işlerinde çevresindekilerle istişare etmesi öğütlenmiş ve ardından, "Kararın kesinleşince artık Allah'a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever" buyurulur. Talâk suresinin başlarında Allah'a tevekkül eden kimseye O'nun kâfi geleceği ve Allah'ın mutlaka emrini yerine getireceği bildirilmiş, bu açıklamalar tevekkül düşüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmuştur.

Tevekkül ve aynı kökten türeyen çeşitli kelimeler hadislerde de geçer. Tirmizî ve İbn Mâce'nin es-Sünen'lerinde tevekkül konusuna iki bab ayrılmıştır. Hz. Peygamber'in, "Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?" diye soran bir sahâbîye, "Önce bağla, sonra tevekkül et" yolundaki cevabı ilgili kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine delil sayılır.

Hadislerde bildirildiğine göre Allah, aç karına sabahlayıp akşama tok ulaşan kuşları doyurduğu gibi kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül edenlere de rızıklarını verecektir. Bir iş için evinden çıkan kimse, "Bismillah, Allah'a inandım, O'na dayandım, O'na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnız O'nundur" derse Allah onu en hayırlı şekilde rızıklandıracak ve kötülüklerden koruyacaktır.

Hz. Peygamber'in güçlü müminin zayıf müminden daha değerli ve Allah'ın sevgisine daha lâyık olduğunu ifade ederek kişinin tam bir azimle faydalı olanı elde etmeye çalışmasını, güç bir durumla karşılaşılması halinde Allah'ın takdirine rıza göstermesini öğütlemesi ve yakınmanın şeytanın etkisine kapı açacağı uyarısında bulunması tedbir ve çalışmayla tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek gerektiğini ortaya koyar.

Kişinin, kendini her durumda Allah'ın irade ve takdirine teslim ederek O'ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. Hasan-ı Basrî, "Tevekkül rızadan ibarettir" der. Allah'ın takdirine rıza ve teslimiyeti tamamen pasif bir hayat anlayışı, her türlü tedbirin terkedilmesi şeklinde anlayan mutasavvıflar olmuşsa da çoğunluk amelî planda sebeplere başvurmayı tevekküle aykırı görmemiştir. Tevekkülün "gassâl önünde meyyit" benzetmesiyle açıklanması tasavvuf literatüründe geniş kabul görmüş, Gazali de bunu tevekkülün en yüksek derecesi diye nitelemiştir.

Diğer bazı âlimler de naklî deliller yanında kulun iradesini tamamıyla ortadan kaldırma sonucunu doğuracağı, sorumsuzluğa ve karmaşaya yol açacağı, insanları din ve dünya işlerinde tembelliğe sevk edeceği gibi aklî delillere dayanarak gassâl önünde meyyit benzetmesini çalışmayı ve tedbiri büsbütün elden bırakma diye yorumlamayı reddetmişlerdir.

İbn Teymiyye böyle bir anlayışın iş ve çalışma düzenini bozacağını, doğru-yanlış, iyi-kötü gibi kavramları yok edeceğini ve bilgiyi faydasız hale getireceğini söyler (et-Tuĥfetü'l-ǾIrâķıyye, s. 191-192). Tevekkül, yerine getirilmesi emredilen sebeplere başvurmayı gereksiz kılmaz; bu durumda, Allah'ın emrettiği şeyleri yapmadan kendisi hakkında mutluluk veya mutsuzluk olarak takdir edilen şeye rıza gösterme şeklindeki bir anlayışa götürür. Yemeden içmeden Allah'ın kendisini doyuracağını söyleyen kimse ahmak, sebepleri terkeden kimse âcizdir.

İslâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhid arasındaki ilişkiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü Doğru anlamıyla Allah'a tevekkül eden kul, bir işi başarmak için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah'ın bahşettiğine ve bunların kullanılması için yaratıldığına inanır; bu açıdan bakıldığında sebepleri ihmal etmenin onların mânasız yere yaratıldığı fikrini doğuracağını düşünür.

İbn Ebü'd-Dünyâ et-Tevekkül 'alellāh adlı eserinde tevekküle dair bazı âyetlerle hadis ve haberleri derlemiştir. İbn Teymiyye'nin tevekküle dair fetvalarından oluşan bir derleme Ebü'l-Mecd Harek tarafından et-Tevekkül 'alellāh ve'l-aħź bi'l-esbâb başlığıyla yayımlanmıştır. Yûsuf el-Kardâvî et-Tarîķ ilallāh: et-Tevekkül (Kahire 1995), Mirza Tokpınar, Hangi Doğru Tevekkül: Hadisler Işığında Yeni Bir Tanım (Ankara 2009) adlı birer kitap hazırlamıştır.

  • 6
  • 16
TASAVVUFTA TEVEKKÜL
TASAVVUFTA TEVEKKÜL

Tevekkül tasavvufta bir makam ve hal olarak kabul edilir. Sûfîler tevekkülün birçok çeşidi ve mertebesinden bahsetmişlerdir. Onların tevekküle dair tanımları bu çeşit ve mertebelerle ilgilidir. Cüneyd-i Bağdâdî'nin, "Tevekkül kalbin Allah Teâlâ'ya itimat etmesidir" şeklindeki ifadesi tevekkülün genel bir tarifidir.

Havas veya ârif denilen müminlerin tevekkülü Allah için Allah ile ve Allah'a tevekküldür. Bu tevekkülde dünya ve âhiret menfaatleri, bunlarla ilgili sebepler dikkate alınmaz. Ârifin nefsi bu mertebede gassâlin önündeki ölüye benzetilir.

İbnü'l-Cellâ'nın, "Tevekkül her hâlükârda sadece Allah'ın civarında olmaktır" ifadesinde talep, dua ve niyazdan söz edilmez. Nemrûd tarafından ateşe atılacağı zaman Cebrâil, Hz. İbrâhim'e kurtuluş için dua etmesini söyleyince onun, "Allah'ın halimi bilmesi duama ihtiyaç bırakmıyor" demesi buna örnektir. Bu tevekkülün en mükemmel mertebesidir.

Tevekkülü iman kapsamında gören ve tevhid bahsinde inceleyen Gazali'ye göre diğer tasavvufî kavramlarda olduğu gibi ilim, hal ve amel tevekkülün özünü oluşturur. Ona göre tevekkülde temel unsur ilimdir. İlim temel, amel netice, hal ise tevekkülün kendisidir. İlimden maksat kalbin tasdikinden ibaret olan imandır; bu ilim kuvvetli ve kesin olursa "yakīn" adını alır. Bundan dolayı tevhid anlamına gelen tevekkülün temeli yakīndir.

Tevekkül ahlâk ilkesinin ve faziletin temeli, başarılı olmanın şartıdır. Mümin hayırlı veya mubah bir işe Allah'a tevekkül ederek azimli ve kararlı bir şekilde girişir. Teşebbüsüne zafiyet veren vehim, vesvese, şüphe ve tereddütten onu tevekkül kurtarır. "Allah'a tevekkül ettim" diyen bir mümin giriştiği işi kararlı biçimde sürdürür. Şakīk-ı Belhî tevekkülün dört türünden (mala, nefse, halka ve Hakk'a güvenmek) bahseder. Mümin malından, nefsinden ve halktan ziyade Hakk'a tevekkül etmekle yükümlüdür. Bu anlamda tevekkül bütün müminlerin gönülden benimsemeleri gereken genel ve temel bir kuraldır. Bu mertebede sebep ve vasıtalar dikkate alınır. Allah'a güvenmek şartıyla sebep ve vasıtalara sarılmak tevekkülün bir parçasıdır.

İnsanın iradesini kullanmadan her şeyi Allah'tan beklemesini tevekkül diye yorumlayan anlayışı tam bir çılgınlık diye niteleyen Gazali, insanların tevekkül karşısındaki davranışlarını üç durumda inceler. Belli bir sebebin belli bir netice vermesi açık ve kesin olur. Bu sünnetullahtır, ilâhî bir düzendir. Bu durumda mümin ilim ve hal olarak Allah'a tevekkül eder, aldığı gıdayı Allah'tan bilir, kalbi de Allah'a itimat halinde olur. İkinci durumda büyük bir ihtimalle o sebep o neticeyi meydana getirir. Üçüncü durumda ise o sebebin o neticeyi meydana getirmesi zayıf bir ihtimaldir. Bu durumda tedbir almak ve sebebe sarılmak sünnetullahın gereğidir. Bundan dolayı yolcuların yanlarına azık almaları gelenek olmuştur. Yolcunun yolda yiyecek bulması da yanına aldığı azığı kaybetmesi de muhtemeldir ve alınan tedbirin istenen sonucu vermesi kesin değildir. Yola çıkan kimsenin yanına aldığı azığa değil Allah'a, sebebe değil sebepleri yaratana güvenmesi gerekir.

Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazali gibi müellifler Allah'a tevekkül esas olmak şartıyla ailenin geçimini sağlamanın, dilenmemek için mubah bir geçim yolu bulmanın, zarardan sakınmanın, tehlikeden kaçınmanın, malları koruma altına almanın, tedavi olmanın, ihtiyaç duyulan besin maddelerini ve diğer malzemeleri mâkul oranda depolamanın câiz olduğunu belirtmişler, cevaz veya fazilet durumlarını da ayrıntılı biçimde açıklamışlardır.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN