Çöllerin içindeki güzellik fragmanı: İbn Tulun Camii
Allah'a hamdı anlatmak için, insana doğru yolun hidayetini vermesi için secdeye kapandığı kutsal yerdir camiler… Dünyanın her yerinde, farklı farklı güzelliklerde yer alan camiler içerisinde İbn Tulun Camii, çöller arasında adeta ihtişamın ön sözü gibi yer alıyor. Hayal ve özlemle yapılan bu cami, Samarra ve döneminin en büyük camisi olarak kabul ediliyor.
Giriş Tarihi: 28.06.2019
09:37
Güncelleme Tarihi: 28.06.2019
10:20
Güneşin tutuşturduğu gökyüzünde o burgu minareyi adeta uzattıkça uzatırız. Derken bir de bakarız ki Samarra'daki devasa sarmal minarenin yine aynı hareketiyle yeryüzüne ineriz. Kendimizi bir halifenin ölçüsüz hırsının çölden fışkırttığı, Bağdat'a birkaç on kilometre uzaklıktaki o Samarra'da, o masalsı şehirde buluruz. Ve de sarı aşıboyası ve kum ve güneşin altını üzerinde yükselirken artık mevcut olmayan camide... Ondan geriye kendisini bin yıllık yalnızlık içinde bir kale duvarı gibi koruyan sadece ihata duvarı kalmış. Alabildiğince geniş bir namaz kılma alanı. Bir de şu sessiz minaresi... İbn Tulun camiinin minaresi işte o minarenin tıpatıp kopyasıdır.
Tıpkı Kurtuba Camii gibi, İbn Tulun da bir hayalden ve bir özlemden doğmuştur. Abbasilerin katliamından yakasını kurtaran Emevi Hanedanının sonuncusu I. Abdurrahman'ın anayurdu Suriye'sinin ihtişamlarının hatırasını Şam'dan İspanya'ya taşıması ve Endülüs'teki Guadalquivir (Vâdiü'l-Kebîr/Büyük Vadi)'de Barada nehri kıyılarında yaşanmış harikulâde çocukluk hülyalarını yeniden yaşatmayı istemesi gibi, Bağdat'taki halife tarafından Mısır'a vali tayin edilen ve bir Türk paralı askerinin oğlu olan Ahmed İbn Tulun da halife sarayının ihtişamının hatırasıyla, özellikle de Mezopotamya çölünde şu meydan okuyuşun, yani Samarra'nın özlemiyle yanıp tutuşuyordu: Efsane şehir Samarra ve İslâm'ın onun o zamana kadar hiç görülmemiş en geniş camisi...
Çölün güneşiyle altın giysiler giyinen tuğladan surları ve benzersiz minaresiyle kendini gösteren cami... Sarmal bir rampayla zirvesine tırmanılan koni şeklindeki gövdesiyle görülmedik bir şekle sahip bu minare, devasa merdivenleriyle göğe yükselişin düşünü kurduran veya ilâhların yeryüzüne inişinin umudunu taşıyan Mezopotamya'daki binlerce yıllık zigguratların sanki yeniden boy atışıdır.
Samarra'yı kurduran kibirli halife, bu kâfirce uygulamanın anlamının acaba farkında mıydı? Mezopotamya ile birlikte medeniyetlerin doğuşunun diğer kutbunda yer alan Mısır da ölçüsüzlüğün ve aşırılığın piramitlerini dikmişti. Çünkü Firavunlar, çölü, güneşi ve zamanı hiçe sayan bu taştan çadırlar altında ölümle ebediyet yarışına çıkarak ölüme meydan okumayı umuyorlardı.
İbn Tulun Camii, Doğu'nun ve Batı'nın o debdebeli ve şaşaalı medeniyetlerinin etkilerinin kavşak noktasında doğmuştur. Bu cami, Allah'ın mutlak ululuğu ve yüceliğinden hareketle ihtirasları, o kendine yeterlik iddialarını göreceleştiren bir imanın potasında niteliklerini değiştirerek dönüştürmüştür. Belki de insanı büyülemesinin sırrı buradadır.
Bütün bu serapların bizde uyandırdığı coşku sakinleştiği, bu mekânın ve bu ışığın göz kamaştırıcılığı deruni boşluğu meydana getirdiği zaman, biz her şeyden hareketle her ayrıntının ruhî anlamını yeniden keşfederiz. Bakışımız, avlunun sınırsız olan her şeyi üzerinde gezinir, revakların muhteşem ahengini ve sıra kemerlerinin, çift kubbeli kemerlerinin sessiz boşanışını seyrederken uğultular diner. Sabit hâlleriyle bize dönmüş gibi görünen bu siyah gözbebekleri, bu kemer gözleri, çehresiz bakışlarıyla bize seslenirler.
Bu yavru kemerler tarafından adeta çekilip alınan bizler, her bir köşesine tepeleri nakışlanmış başlıklı sütunçelerin gömüldüğü her dörtgen ayağın önünden bizi geçiren keskin bir yol takip ediyoruz. Yapının heybetli bütünlüğü, çeşitliliğin bütün yüzlerini harelendirmeye başlıyor. Öyle bir çeşitlilik ki, bu sütun başlıklarından hiçbiri, kemerlerin iç yüzeylerinin hiçbiri, pencerelerin, frizlerinin ve onları çevreleyen gül bezeklerin hiçbiri bir diğerine asla benzemiyor.
Kemerlerin iç yüzeyleri üzerindeki ince çiziklerde ve çerçevelerinin silmeleri üzerinde, pencerelerin yüksek ve daha ince uzun kırık kemerlerinin çevresinde, bir ırmak yavaşlığıyla, bir kaynağın veya bir şelâlenin bütün o beklenmedik hareketleriyle ve de sonsuz hareketin şeklini ve ritmini asla bozmaksızın, nihayeti olmayan bir arabesk akıyor.