Çöllerin içindeki güzellik fragmanı: İbn Tulun Camii
Allah'a hamdı anlatmak için, insana doğru yolun hidayetini vermesi için secdeye kapandığı kutsal yerdir camiler… Dünyanın her yerinde, farklı farklı güzelliklerde yer alan camiler içerisinde İbn Tulun Camii, çöller arasında adeta ihtişamın ön sözü gibi yer alıyor. Hayal ve özlemle yapılan bu cami, Samarra ve döneminin en büyük camisi olarak kabul ediliyor.
Giriş Tarihi: 28.06.2019
09:37
Güncelleme Tarihi: 28.06.2019
10:20
Çölün güneşiyle altın giysiler giyinen tuğladan surları ve benzersiz minaresiyle kendini gösteren cami... Sarmal bir rampayla zirvesine tırmanılan koni şeklindeki gövdesiyle görülmedik bir şekle sahip bu minare, devasa merdivenleriyle göğe yükselişin düşünü kurduran veya ilâhların yeryüzüne inişinin umudunu taşıyan Mezopotamya'daki binlerce yıllık zigguratların sanki yeniden boy atışıdır.
Samarra'yı kurduran kibirli halife, bu kâfirce uygulamanın anlamının acaba farkında mıydı? Mezopotamya ile birlikte medeniyetlerin doğuşunun diğer kutbunda yer alan Mısır da ölçüsüzlüğün ve aşırılığın piramitlerini dikmişti. Çünkü Firavunlar, çölü, güneşi ve zamanı hiçe sayan bu taştan çadırlar altında ölümle ebediyet yarışına çıkarak ölüme meydan okumayı umuyorlardı.
İbn Tulun Camii, Doğu'nun ve Batı'nın o debdebeli ve şaşaalı medeniyetlerinin etkilerinin kavşak noktasında doğmuştur. Bu cami, Allah'ın mutlak ululuğu ve yüceliğinden hareketle ihtirasları, o kendine yeterlik iddialarını göreceleştiren bir imanın potasında niteliklerini değiştirerek dönüştürmüştür. Belki de insanı büyülemesinin sırrı buradadır.
Bütün bu serapların bizde uyandırdığı coşku sakinleştiği, bu mekânın ve bu ışığın göz kamaştırıcılığı deruni boşluğu meydana getirdiği zaman, biz her şeyden hareketle her ayrıntının ruhî anlamını yeniden keşfederiz. Bakışımız, avlunun sınırsız olan her şeyi üzerinde gezinir, revakların muhteşem ahengini ve sıra kemerlerinin, çift kubbeli kemerlerinin sessiz boşanışını seyrederken uğultular diner. Sabit hâlleriyle bize dönmüş gibi görünen bu siyah gözbebekleri, bu kemer gözleri, çehresiz bakışlarıyla bize seslenirler.
Bu yavru kemerler tarafından adeta çekilip alınan bizler, her bir köşesine tepeleri nakışlanmış başlıklı sütunçelerin gömüldüğü her dörtgen ayağın önünden bizi geçiren keskin bir yol takip ediyoruz. Yapının heybetli bütünlüğü, çeşitliliğin bütün yüzlerini harelendirmeye başlıyor. Öyle bir çeşitlilik ki, bu sütun başlıklarından hiçbiri, kemerlerin iç yüzeylerinin hiçbiri, pencerelerin, frizlerinin ve onları çevreleyen gül bezeklerin hiçbiri bir diğerine asla benzemiyor.
Kemerlerin iç yüzeyleri üzerindeki ince çiziklerde ve çerçevelerinin silmeleri üzerinde, pencerelerin yüksek ve daha ince uzun kırık kemerlerinin çevresinde, bir ırmak yavaşlığıyla, bir kaynağın veya bir şelâlenin bütün o beklenmedik hareketleriyle ve de sonsuz hareketin şeklini ve ritmini asla bozmaksızın, nihayeti olmayan bir arabesk akıyor.
Çiçek mi yoksa nesih yazısıyla yazılmış harfler mi oldukları bilinmeyen dalgalanmalar ve geometrinin titreyişleridir bunlar. Her pencereyi saran ve taçlarını o kadar mükemmel ve geometrik bakımdan o kadar olağanüstü bir şekilde açan gül bezekler, kabartmaları ve gölgeleriyle, sanki çiçekler dâhil her şeyin Allah'ın önceden kestirilemez iradesine boyun eğmiş beşerî bir plâna göre yeniden oluşturulduğu bir başka dünyadan fışkırıyor gibi görünüyorlar.
Sadece beş ara bölmesi bulunan namaz kılınan alan, avlunun mekânından ve avlunun aydınlatmasından kopuk olmak şöyle dursun, aynı ayaklar, aynı içe sokuşturulmuş sütunlar ve siluetleri loşlukta yılankavi dalgalanmalar oluşturan aynı şişkin sütun başlıklarıyla tam bir devamlılık arz eder.
İç içe geçmiş dairelerden karmaşık bir kafes veya bir yıldız ağı meydana getirmediklerinde, pencerelerin taş parmaklıkları, örülmüş bir şeritler labirenti içinde, mekâna belli bir düzen kazandırır. Bu mekânda çiçekler veya zambağı andıran çiçek süsleri, üzüm asması veya kenger yaprağı bezemeleri canlanır. Bu canlanma öyle bir soyutlama derecesinde gerçekleştirilir ki, sanki bizi alır ve onların hepsini doğurmuş olan ilk ve ana örneğe götürürler.
Yüksek duvarlardaki gözler (hücreler), çoğu zaman deniz kabuklarının üstünde yer alır ki bunun dinî bir anlamı vardır. Çünkü Hz. Peygamber, dünyanın ilâhî kelâmın remzi olan beyaz bir inciden yaratılmış olduğunu söylüyordu. Midye kabuğu bu incinin kabıdır, tıpkı ilâhî kelâmı kabule açılan kalp gibi.