Dumanı üstünde tüten sohbetlerin yaşamsal mekanları Osmanlı kahvehaneleri
Kimi kitap okur kimi tavla ve satrançla meşgul olur kimi de nevgüfte gazeller getirirdi. On altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı'da yapılanmaya başlayan kahvehaneler, yorgunlukların atıldığı, muhabbetlerin döndürüldüğü mekanlar haline geldi. İlk oluşumundan yüzyıllar sonra ise kıraathaneye dönüştü. Sizler için Osmanlı'da bir mekan olarak hangi tipte kahvehaneler vardı, kısaca derledik.
Giriş Tarihi: 01.03.2019
09:13
Güncelleme Tarihi: 08.08.2019
11:41
Esnafların uğrak mekânı olan bu kahvehaneler Fatih, Eminönü, Balat, Beyazıt, Aksaray gibi esnafların yoğunlukta olduğu yerlerde yer alırdı. Esnaflar burada hem dinlenir hem de işlerini yürütürdü. İlerleyen zamanlarda, kendi içerisinde doğal bir ayrım meydana geldi. İşçilerin, hamalların, seyyar çalışanların, arabacıların, kayıkçıların oturduğu yer ile iş sahiplerinin, ticaret erbabının oturduğu yer farklılaşmaya başladı.
Âşık Kahvehanelerinde âşıklar takılır ve karşılıklı atışırlardı. Saz sesi eksik olmaz, dertler buram buram tüterdi. Genellikle kırsal alandan, dertlerine derman bulabilmek için gelen âşıklar burada kedilerine hemdert olacak kişiler ararlar ve şairliklerini konuştururlardı. Zaman zaman kahvehane sahibinin sorduğu muammalara bazı mahir saz şairleri cevap verir ve nam kazanırdı. En başından beri saray/şehir şairlerince hor görülen saz şairleri, şehrin daha da büyümesi ve âşık kahvehanelerinin şehirde silinmeye başlamasıyla köylerde, kasabalarda kendilerine yer bulmaya başladılar.
O çağlarda İstanbul'un hemen her büyük semtinde bulunan kahvelerde kış ve Ramazanlardan bir ay önce hazırlıklara başlanırdı. Özellikle Ramazanda ve kış aylarında faaliyet gösteren semai kahvehanelerinde saz ve sözün yanında meşk ekibi de bulunur. Bir nevi canlı müzik eşliğinde eğlence sunan semai kahvehaneleri günümüz çalgılı eğlence yerlerinin atasıdır. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde kadar varlığını sürdüren semai kahvehaneleri, sonrasında vadelerini doldurarak sosyal yaşamdan silindiler.
Semai kahveleri, yıllarca, bitmek tükenmek bilmeyen uzun kış gecelerine ayrı bir renk kattı. Hazırlıklar esnasında kahvehane özel bir itina ile süslenirdi. Duvarlar yaldız çerçeveli, yangın kulelerinin, balıkçı kayıklarının, denizkızlarının resimleriyle bezenir, tavana boydan boya renkli kâğıtlardan yapılmış zincirler asılırdı. Kahvehane, tulumbacıların da uğrağı olan bir yerse, duvarlardan birinin göze çarpacak bir yerine, tulumbanın boru, fener, baskı kollarından biri konurdu. Mahalleli, akşam yemeğinden sonra birer ikişer burada toplanmaya başlardı. Önce herkes kendi aralarında meselelerini konuşur, sonra renk renk kâğıtlar, yapma varaklı çiçeklerle süslenmiş özel sedirinin üstünde günün moda şarkılarını çalan saz heyetini dinlerdi. Uzun bir fasıldan sonra ortaya bir halk şairi çıkar ve bir mani söylerdi. İçinde bir muamma saklayan bu mani, kahvedekileri düşündürür, bazen bir muammanın halli haftalarca sürerdi. Söylenen mani, ağızdan ağza bütün mahalleye yayılır, herkes bir cevap bulmaya çalışırdı.
Şayet bütün ramazan boyu, muammayı kimse çözememişse, son gece şair manisini kendisi açıklar, gelenlere de teşekkür ettikten sonra kahveyi kapatırdı. Manileri çözenler olursa, para, ipekli kumaş, şal gibi hediyeler verilirdi.
Bu kahvelerin en meşhurları Beyazıt'ta, Çeşmemeydanı'nda, Fatih'te, Tophane'de, Firuzağa'da ve Üsküdar'da Yeniçeşme'de bulunuyordu. Semai kahveleri, yirminci yüzyılın hemen başlarında tamamen ortadan silinmiş olmakla beraber Ahmed Rasim ve Osman Cemal Kaygılı'nın eserlerinde bütün canlılığıyla yaşamaktadır.