Mehmet Âkif'in hayatından ilginç hatıralar
Şiirlerinde millî ve manevî duyguları dile getiren, İstiklâl Marşı'nın kıymetli şairi Mehmet Âkif'in çıkış noktası olarak aldığı ışık İslam'dır. Onun en hassas olduğu nokta da diniydi. O kadar ki dinine kem söz edildiği vakit onun aklı, fikri yerinden oynar, artık zabt u rabtı mümkün olamayan bir aslan gibi hasmına saldırmaktan hiç çekinmezdi. Âkif, memleketini o kadar seviyor ve gurur duyuyordu ki Avrupalı birinin İstanbul'a bakarak hayran olması onun sapsarı olmasına yetiyordu. Sizler için Mehmet Âkif'in hayatından ilginç hatıraları derledik.
Giriş Tarihi: 04.02.2019
09:56
Güncelleme Tarihi: 04.02.2019
12:46
Memleketine bakınca gurur duyardı
Vatanı o derece kendinindi ve o kadar güzeldi ki, Çamlıca gibi yüksek bir noktadan memleketine bakınca gurur duyuyordu.
Fatin Efendi'ye misafir gelen bir Avrupalı, İcadiye Tepesi'nden İstanbul'a bakarak hayran olduğu gün orada olan Âkif, sapsarı oluyordu.
"Bu para bana ait değildir”
Mahir İz, Mehmet Âkif'in yazdığı İstiklal Marşı'nın Meclis'te kabulünden sonraki olayları şöyle anlatır: İstiklâl Marşı'nın kabulünden sonra Meclis muhasebecisi Necmeddin Bey, kanunen müsabakayı kazanana verilecek olan 500 lira nakdi mükâfatı getirdi ise de Âkif, " Ben müsabakaya girmedim; bu para bana ait değildir" diye reddetti. Fakat muhasebecinin "Kanun metninde mükâfatın, kazanana verileceği yazılıdır. Sizin marşınız kabul edildi; bu para sizindir, Meclis kasasında kalamaz. Siz usulen tesellüm edin, sonra istediğinizi yaparsınız" diye ısrar etmesi üzerine Mehmet Âkif, parayı alıp hibe etti.
Eşref Edip, Mehmet Âkif'in İstiklâl Marşı için verilen mükâfat konusunda ne kadar hassas olduğunu şöyle anlatır:
"İstiklâl Marşı için tahsis edilen beş yüz lira mükâfatı üstadın kabul etmemesi o zaman birçok kimse tarafından tuhaf karşılanmıştı. Bahusus o sırada sıkıntısı da vardı. Bu ikramiyeden bahsedenlere çok kızardı.
Baytar Şefik de bir gün bu sebeple Üstat 'tan fena bir azar yedi. Üstat, Ankara'da ceketle gezerdi. Paltosu yoktu. Pek soğuk günlerde Şefik'in muşambasını istiare ederek giyerdi. Bir gün Şefik: "Âkif Bey, şu mükâfatı ret etmeyip de bir muşamba yahut palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı? diyecek oldu. Hiddetinden ne hallere geldiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tam iki ay Şefik'le konuşmadı."
Hafız Asım'ın Mehmet Âkif'le olan bir hatırası usta şairin verilen söze ne kadar önem verdiğini gösterir. Bir gün Çengelköyü'nde oturduğu Fıstıklı Köşkü'nde birleştik. Oradan bir yere gidecektik. Vapurun hareketine de pek az kalmıştık. Bir de baktık, Hüseyin Kazım, Fatin Hoca çıkageldiler. Üstad onlara buyurun dedi, her birine ayrı ayrı iltifattan sonra:
"Müsaadenizi rica ederim. Biz Asım'la bir yere gidiyoruz. Söz verdik. Mazur görünüz. Siz buyurun, istirahat edin. Başka bir gün görüşürüz inşallah…" dedi. Çıktık misafirler evde kaldı. Bu hareketi benim havsalam almadı. "Üstat, dedim, bu tuhaf bir iş oldu!" "Hayır, tuhaf değil. Söz verdik, bizi bekliyorlar. Her medeni insanın bunu kabul etmesi tabiidir. Hele Hüseyin Kazım böyle şeyleri pekâlâ bilir, tabii görür."
Hakikaten birkaç gün sonra Hüseyin Kazım Bey'i gördüğüm zaman Üstad'ın bu hareketini pek tabi gördüğünü hatta takdir ettiğini anladım."
“Bütün dünya toplanıp hücum etse yine Çanakkale sükût etmez!”
Ömer Lütfü Bey anlatır: "Berlin'e merhumun en büyük endişesi Çanakkale idi. Gece gündüz Çanakkale cephesini düşünürdü. Her sabah tekrar ederdi: "Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak?" "Allah bilir amma vaziyet tehlikelidir. Askerlik noktasından düşünülünce ümit yok. Ancak fen kaidelerinin haricinde, fevkalbeşer bir şey olmalı ki dayanabilsin." Ben böyle dedikçe: " Eyvah, son dayanak noktamız da yıkılırsa ne olur?" diyerek çocuk gibi gözlerinden yaşlar dökülmeye başlardı. Çanakkale için ağlamadığı gün yoktu. Ben kavaid-i harbiyeden bahsettikçe canı sıkılırdı. Onun böyle askeri muhakemelere tahammülü yoktu. O, daima kat'i bir kelime isterdi.
"Bütün dünya toplanıp hücum etse yine Çanakkale sükût etmez!"
Onun büyük imanı başka bir ihtimale müsait değildi. Onun için tehlikeden bahsettikçe havsalası yanardı. O zaman ben de kavaid-i harbiyeyi bir kenara bırakır, kendisini teselli ederdi. Ne dersiniz bu sözlerime karşısında çocuk gibi sevinmez miydi?
Benim onda gördüğüm yurt sevgisi, o kadar yüksekti ki onu tasvir mümkün değildir."
Benim onda gördüğüm yurt sevgisi, o kadar yüksekti ki onu tasvir mümkün değildir."
Eşref Edip ona ait bir hatırasını şöyle aktarır: "Mehmet Akif bildiğini iyi bilirdi, bilmediğine ise hiç karışmazdı. Hilvan'da Darülfünun müderrislerinden Abdülvehhab Azzam'ın evine gitmiştik. Ezher hocalarından da birkaç zat vardı. Lügata dair bir bahis açıldı. Ezherlilerin nokta-i nazarına Üstad itiraz etti. "O kelimenin manası şöyle olsa gerek?" dedi. Ezherliler fikirlerinde ısrar ettiler. Abdülvehhab Azzam, kamusu getirdi. Kelime, Üstad'ın dediği veçhile olduğu anlaşıldı."