Milli benliğimize sahip çıkan isimler
Kültür, bir milletin var oluşunun en somut göstergesi, dünden bugüne gelişinin otobiyografisidir. Kültürü var eden insan, kimi zaman onu çeşitlendirdi kimi zaman da başka yöne çevirdi. Bilhassa yakın tarihimizde geleneksel kültürümüze karşı yok etme çalışması yapıldı. Kültürümüzden sanatlarımıza birçok alan ihmal edildi, görmezden gelindi, başkalaştırıldı veya yok edilmeye çalışıldı. Bunun farkında olup geleneksel kültürümüze ve milli benliğimize sahip çıkan isimler de oldu. İşte, kültürümüzün müteşekkir olacağı o isimler…
Giriş Tarihi: 26.01.2019
14:23
Güncelleme Tarihi: 26.01.2019
15:49
Tasavvuf yollarından biri olan Nakşibendiliğin üstatlarından biri olan Mehmed Zahid Kotku şüphesiz Türkiye'de tasavvuf geleneğini yaşatanların tek örneği değildi. Bu gelenek pek çok farklı yol ve kol üzerinden güzide isimlerle tüm engellere rağmen yaşatıldı. Kotku hazretlerinin en önemli özelliklerinden biri ise dinî ve tasavvufi geleneği toplumsal hayattan yalıtılmış olmaktan çıkararak sosyal hayatın tüm yönlerine etki edecek bir dinamizmle vaz etmesiydi. Kendinden önce bu geleneği yaşatan Abdülaziz Bekkine hazretleri kendi zamanında mütedeyyin gençleri eğitime yönelterek belli bir entelektüel altyapının oluşmasını sağlarken, Kotku hazretleri bu gençleri çağı yakalamaya, toplumsal, siyasi ve ekonomik hayatta daha üretken olmaya yönlendirdi. Birçok siyasetçi ve bürokratın yanında üniversiteli birçok genci irşat halkasında topladığı gibi onları ülke için kamusal alanda bir şeyler yapmaya hatta siyasete atılıp yönetimde söz sahibi olmaya yönlendirdi. Nitekim 1970'lerden sonra ülkenin siyasi, bürokratik, ekonomik hayatında temayüz eden birçok şahıs onun irşat halkasından çıkarak başlı başına bir hareket teşkil ettiler.
"Hezarfenlik ve ebru geleneğinin sürdürücüsü"
Mehmed Necmeddin Okyay, Türk hattat, ebru sanatçısı, kemankeş, gül yetiştiricisi, tuğrakeş ve is mürekkebi imali, aharcılık, mücellidlik gibi kitap sanatları ustası, imam ve hatip. Pek çok sanat dalında bilgisi, yetkinliği ve ustalığı ile Hezârfen unvanıyla da tanınmaktadır. 28 Ocak 1883'te Üsküdar'ın Toygartepe semtinde doğdu. Babası Üsküdar Mahkeme-i Şer'iyye başkâtibi ve Yeni Vâlide Camii imam-hatibi Abdünnebî Efendi, annesi Binnaz Hanım'dır. 5 Ocak 1976 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Necmeddin Okyay da tıpkı hocası Özbekler Tekkesi Şeyhi Ethem Efendi gibi "hezarfen" lakabıyla anılır. Bu lakabın ona neden layık görüldüğünü her birinde ustalığa eriştiği şu sıfatları anlatır: İmam, hoca, hattat, ebru üstadı, mutasavvıf, hafız, kemankeş, gül yetiştiricisi, mücellit, mürekkepçi… 1907'de babasının yerine geçtiği Üsküdar Yeni Valide Camii'nin imam ve hatipliğini 40 yıl boyunca sürdüren bu gönül ve estetik insanı Hasan Talat, Bakkal Arif Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer'den talim ettiği hat sanatındaki ustalığına okçuluk, gül yetiştiriciliği, aharcılık gibi pek çok geleneksel sanatı daha ekler. Devamına vesile olduğu bunca geleneksel değer içinde en çok ebru sanatı ile anılır. Özellikle Türklerin çok köklü bir sanatı olan ve Orta Asya'ya dayanan ebru sanatı unutulmaktan kurtulup günümüzde moda olacak kadar ilgi görmeye başladıysa bunda en büyük pay uzun yıllar bu sanatı tek başına yaşatarak birkaç talebesi vasıtasıyla bugünlere ulaştıran Necmettin Okyay'a aittir.
"Sahaflık, tekke ve tekke müziği geleneklerini yaşattı."
Muzaffer Ozak, "Aşkî" mahlasıyla da bilinen vâiz, müezzin, mutasavvıf, Halvetiyye'nin Cerrâhiyye şubesinin 19'uncu postnişini. 1916 İstanbul'da Karagümrük Nûreddin Cerrâhî Tekkesi yakınındaki bir evde dünyaya geldi. Doğduğu yıl kazanılan bir zafer dolayısıyla Muzaffer adı verildi. Babası Kayı Türkleri'nin Kızılkeçeli aşiretinin Cebeci ve Başağaoğulları kollarından gelen Konyalı Hacı Mehmed Efendi, annesi Ozaklar sülâlesinden Yanbolu Halvetî Tekkesi şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin torunu Ayşe Hanım'dır. 12 Şubat 1985 yılında İstanbul'da vefat etti.
Ailesinde kuşaklar boyu süren askerlik geleneğine sırt çevirdi Muzaffer Ozak ancak birçok toplumsal geleneğimizin en kötü zamanlarında yaşatılmasına ön ayak oldu. 1916'da doğan Ozak medrese tahsili gördü, yıllarca camilerde vaizlik yaptı ama bir yandan geçimi için sahaflık yaparken uzun yıllar boyu bilgisi ve derinliğiyle gerçek sahaflık geleneğinin timsali oldu. Askeri sıkıyönetim döneminde kapısına kilit vurulan Nureddin Cerrahi Tekkesi'ni ihya ederek tekke geleneğini, burada doğrudan amacına uygun olarak icra ettikleri musiki meşkleri ile tekke müziği geleneğini sadece ülkesinde devam ettirmekle kalmadı, Avrupa ve Amerika kıtalarına da taşıdı. Bu faaliyeti sadece geleneksel kültür tanıtımıyla da bırakmadı ve orada irşat ettiği insanlar vasıtasıyla tekke geleneğinin ve en önemlisi yaşanan tasavvufun bu ülkelerde de kök salmasına vesile oldu.