Milli benliğimize sahip çıkan isimler
Kültür, bir milletin var oluşunun en somut göstergesi, dünden bugüne gelişinin otobiyografisidir. Kültürü var eden insan, kimi zaman onu çeşitlendirdi kimi zaman da başka yöne çevirdi. Bilhassa yakın tarihimizde geleneksel kültürümüze karşı yok etme çalışması yapıldı. Kültürümüzden sanatlarımıza birçok alan ihmal edildi, görmezden gelindi, başkalaştırıldı veya yok edilmeye çalışıldı. Bunun farkında olup geleneksel kültürümüze ve milli benliğimize sahip çıkan isimler de oldu. İşte, kültürümüzün müteşekkir olacağı o isimler…
Giriş Tarihi: 26.01.2019
14:23
Güncelleme Tarihi: 26.01.2019
15:49
Necmeddin Okyay da tıpkı hocası Özbekler Tekkesi Şeyhi Ethem Efendi gibi "hezarfen" lakabıyla anılır. Bu lakabın ona neden layık görüldüğünü her birinde ustalığa eriştiği şu sıfatları anlatır: İmam, hoca, hattat, ebru üstadı, mutasavvıf, hafız, kemankeş, gül yetiştiricisi, mücellit, mürekkepçi… 1907'de babasının yerine geçtiği Üsküdar Yeni Valide Camii'nin imam ve hatipliğini 40 yıl boyunca sürdüren bu gönül ve estetik insanı Hasan Talat, Bakkal Arif Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer'den talim ettiği hat sanatındaki ustalığına okçuluk, gül yetiştiriciliği, aharcılık gibi pek çok geleneksel sanatı daha ekler. Devamına vesile olduğu bunca geleneksel değer içinde en çok ebru sanatı ile anılır. Özellikle Türklerin çok köklü bir sanatı olan ve Orta Asya'ya dayanan ebru sanatı unutulmaktan kurtulup günümüzde moda olacak kadar ilgi görmeye başladıysa bunda en büyük pay uzun yıllar bu sanatı tek başına yaşatarak birkaç talebesi vasıtasıyla bugünlere ulaştıran Necmettin Okyay'a aittir.
"Sahaflık, tekke ve tekke müziği geleneklerini yaşattı."
Muzaffer Ozak, "Aşkî" mahlasıyla da bilinen vâiz, müezzin, mutasavvıf, Halvetiyye'nin Cerrâhiyye şubesinin 19'uncu postnişini. 1916 İstanbul'da Karagümrük Nûreddin Cerrâhî Tekkesi yakınındaki bir evde dünyaya geldi. Doğduğu yıl kazanılan bir zafer dolayısıyla Muzaffer adı verildi. Babası Kayı Türkleri'nin Kızılkeçeli aşiretinin Cebeci ve Başağaoğulları kollarından gelen Konyalı Hacı Mehmed Efendi, annesi Ozaklar sülâlesinden Yanbolu Halvetî Tekkesi şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin torunu Ayşe Hanım'dır. 12 Şubat 1985 yılında İstanbul'da vefat etti.
Ailesinde kuşaklar boyu süren askerlik geleneğine sırt çevirdi Muzaffer Ozak ancak birçok toplumsal geleneğimizin en kötü zamanlarında yaşatılmasına ön ayak oldu. 1916'da doğan Ozak medrese tahsili gördü, yıllarca camilerde vaizlik yaptı ama bir yandan geçimi için sahaflık yaparken uzun yıllar boyu bilgisi ve derinliğiyle gerçek sahaflık geleneğinin timsali oldu. Askeri sıkıyönetim döneminde kapısına kilit vurulan Nureddin Cerrahi Tekkesi'ni ihya ederek tekke geleneğini, burada doğrudan amacına uygun olarak icra ettikleri musiki meşkleri ile tekke müziği geleneğini sadece ülkesinde devam ettirmekle kalmadı, Avrupa ve Amerika kıtalarına da taşıdı. Bu faaliyeti sadece geleneksel kültür tanıtımıyla da bırakmadı ve orada irşat ettiği insanlar vasıtasıyla tekke geleneğinin ve en önemlisi yaşanan tasavvufun bu ülkelerde de kök salmasına vesile oldu.
"Medeniyetimizin el yazmalarını çöplüklerden kurtardı."
1910 yılında, İstanbul'da, devrin ünlü ceza avukatlarından Hüsnü Selim Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi'nden sonra Hukuk Fakültesi'ne devam etti fakat tamamlamadan ayrılarak kendisini Hint felsefesine verdi. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee ile yakın dostluk kurdu. Elli yıl süreyle topladığı elyazması kitap, ferman, vakfiye, levha ve işlemelerle olağanüstüzenginlikte bir koleksiyon vücuda getirdi. Elyazması koleksiyonu Süleymaniye Kütüphanesi'ne, işleme koleksiyonunu da Topkapı Sarayı Müzesi'ne bağışladı ve Süleymaniye ve Bağlı Kütüphaneleri Geliştirme Vakfı'nı kurdu. Aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı olan Arlasez, çektiği yedi bin civarında siyah beyaz İstanbul fotoğrafını ve matbu kitaplarını da İslam Sanat Tarih ve Kültür Araştırma Merkezi'ne (IRCICA) bağışladı. 11 Nisan 2000'de vefat eden Arlasez Merkezefendi Kabristanı'na defnedildi.
Nuri Arlasez, geçmişle birlikte onun kâğıda, belgeye geçmiş varlıklarını da hor gören bir sistemin ve ona uyumlanan gelenekten kopmuş yığınların değersizleştirdiği, hurda ya da çöp olarak gördüğü Osmanlıca neşriyatı toplamaya, kurtarmaya adadı tüm hayatını ve maddi varlığını. Üstelik salt bir birey olarak ve büyük maddi ya da manevi imkânlara sahip olmadan Osmanlı dönemine ait kitap, el yazması, ferman, işleme, hat levhası, hilye gibi neşriyatı ve eserleri günümüze aktaran bir figür oldu. Osmanlı dönemine ait her türlü eser, belge, fotoğraf ve kitabı ömür boyu toplayarak yok olmaktan kurtaran Arlasez hayatının son demlerinde kurtardığı binlerce yazma eser ve belgelerden oluşan koleksiyonu Süleymaniye Kütüphanesi'ne devrederek günümüze ulaşmasını sağladı. İnkâr edilen değerlerin gönüllü bekçiliğine soyunup varını yoğunu harcayarak yok olması veya yurtdışına kaçırılması muhtemel yüzlerce sanat eserini kültürümüze kazandıran Nuri Arlasez "Ben bunları çöplüklerden herkesin sokağa attığı bir vakitte topladım" derdi.