Milli benliğimize sahip çıkan isimler
Kültür, bir milletin var oluşunun en somut göstergesi, dünden bugüne gelişinin otobiyografisidir. Kültürü var eden insan, kimi zaman onu çeşitlendirdi kimi zaman da başka yöne çevirdi. Bilhassa yakın tarihimizde geleneksel kültürümüze karşı yok etme çalışması yapıldı. Kültürümüzden sanatlarımıza birçok alan ihmal edildi, görmezden gelindi, başkalaştırıldı veya yok edilmeye çalışıldı. Bunun farkında olup geleneksel kültürümüze ve milli benliğimize sahip çıkan isimler de oldu. İşte, kültürümüzün müteşekkir olacağı o isimler…
Giriş Tarihi: 26.01.2019
14:23
Güncelleme Tarihi: 26.01.2019
15:49
"Mersiyehanlık ve zakirlikte zirve"
Hüseyin Sebilci, Türk bestecisi ve müzik eğitimcisi. 1894 yılında İstanbul Fatih semtindeki Sultanselim mahallesinde (bazı kayıtlarda Şehremini) doğdu. Babası İhsan Bey, annesi Âmine Hanım'dır. Annesinin saray mevlidhanlarından olduğu söylenir. Hüseyin Sebilci, seyyid bir soydan gelmektedir. Ağabeyi Mazhar ile birlikte tasavvuf hayatında önemli bir yer edinmiştir. 'Okurlar' soyadını almışsa da bunu hiç kullanmamış, Sebilci kelimesi onun isminde bir sembol olarak kalmıştır. Hüseyin Sebilci 1975'te Üsküdar'da vefat etmiş, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Cumhuriyet döneminin başlarında artık tamamen yüz çevrilen tekke-tasavvuf geleneği ile birlikte ona bağlı olarak gelişen zakirlik, mersiyehanlık gibi sanatlar da tehdit altına girdi. Uşşaki şeyhi Sadeddin Efendi'nin oğlu olarak 1894'te doğan Hüsesyin Efendi klasik müzik ve tekke müziğini daha küçük yaşlarda içinde bulunduğu tekke kültürüyle harmanlanmış ortamda hatmetti. Küçük bir çocukken Muharrem aylarında kardeşi ile birlikte Ehl-i Beyt aşkına omuzunda kırba ile su dağıtan Hüseyin Efendi'nin okuduğu ilahi ve mersiyelerin daha o yaşta herkesi cezbeye getirdiği söylenir. Delikanlılık yıllarında devrin en büyük zakirleri ve musiki üstatlarından dersler alan Hüseyin Efendi dinî musikinin yanında dinî olmayan musikiyi de talim etti ve bu mesleği askeriyede de Mevlevi taburunda mutrip heyetinde yer alarak sürdürdü. Açık oldukları dönemde birçok tekke de zakirlik yaparak dervişleri coşturan Sebilci, tekkelerin yasak olduğu dönemlerde de zikrullaha devam ederek özellikle Ehl-i Beyt'e ithafen okunan ağıtlar niteliğindeki mersiyeleri okuma tavrıyla büyük bir ün kazandı ve mersiyehanlık sanatını yaşattığı gibi o alanda taklit edilemez bir üslup geliştirdi. Nota bilmediği hâlde dinî musikide, bilhassa mersiyehanlık ve mesnevihanlıkta günümüze dek övgüyle bahsedilen bir nam bıraktı.
"Mesnevihanlığın son dönem mihenk taşları"
Tâhirü'l-Mevlevî, şair, yazar, Mevlevî Dedesi, mutasavvıf, gazeteci, müderris, mesnevî-hân ve edebiyat tarihçisi. 5 Ramazan 1294 (13 Eylül 1877) tarihinde İstanbul Taşkasap'ta (Fındıkzade) doğdu. Asıl adı Mehmed Tâhir'dir. Babası hademe-i hâssa başçavuşlarından Mustafa Saffet Bey olup baba tarafından büyük dedesi Hattat Mehmed Tâhir Efendi Mevlevî dervişiydi. Annesi Emine Emsal Hanım'dır. 20 Haziran 1951 yılında İstanbul'da vefat etti.
Mesnevi'yi manevi terakki yolunda insanları bilinçlendirmek için okuma ve şerhetme mesleği olan mesnevihanlık önceleri sadece Mevlevi geleneğinin bir parçası iken zamanla diğer tasavvuf yolları tarafından da revaç görmeye başladı. Bu durum zamanla mesnevihanlığı bir gelenek hâline getirirken Mesnevi'yi de giderek büyüyen geniş kitlelere ulaştırdı. Mevlana'nın kâtibi olarak Mesnevi'yi kaleme alan Hüsamettiin Çelebi ile başlayan bu gelenek Anadolu irfani hayatında kendine etkin bir yer edindi. Mesnevi okumak, okutmak ve şerh etmek için Dârü'l-Mesnevi adıyla müesseseler kuruldu ve mesnevihanlık dedelik payesini de içeren bir icazete bağlandı. 19'uncu yüzyıla gelindiğinde Fatih Camii gibi bazı camilerde mesnevihanlar tarafından Mesnevi meşkine de başlandı. Mesnevihanlık geleneği Cumhuriyet döneminde ise aynı hocadan icazet alan Hüseyin Vassaf, Ahmet Avni Konuk, Hasan Ünsi, Ahmet Remzi Dede ve bilhassa Tahir'ül Mevlevi lakaplı Tahir Olgun tarafından yaşatıldı. 1951'deki ölümüne dek adı mesnevihanlıkla özdeşleşen Tahir'ül Mevlevi'den sonra da bu gelenek özellikle Şefik Can tarafından sürdürüldü ve Hayat Nur Artıran gibi günümüz mesnevihanlarına nakledildi.
(Lacivert )