İstanbul tarih boyunca birçok uygarlığın başkenti olmuştur. Bu uygarlıkların da şüphesiz en çok kültürel miras bırakanı Osmanlıdır. Osmanlı döneminden günümüze kalan en temel eserler cami ve saraylardır.Selatin Cami bir güç göstergesi ve ihtişamın sembolü olduğu için genelde Başkentte yapılmıştır. İstanbul, Bursa, Edirne gibi eski başşehirlerde yapılmışsa da Kahire ve Şam'da da Selatin Cami bulunmaktadır.İstanbul'da Osmanlı padişahlarının ve onların annelerinin yaptırdığı 35 Selâtîn cami vardır. Pâdişâhlar, hanım sultan ve valide sultanlar tarafından yaptırılmış olan camilere 'Selâtîn Camii' denir. 'Selâtîn' sultan kelimesinin çoğuludur. Yani 'Sultanlar Camii' demektir. Saray geleneğinde selatin camilerinin yaptırılabilmesi için birtakım koşullar vardır. Öncelikle bir padişahın selatin camisi yaptırması için önemli bir askerî zafer kazanması ve bu zaferle birlikte önemli bir savaş ganimeti ele geçirmesi gerekirdi. Selâtîn camilerinin yapımına devlet kasasından takviye olmaz, yalnızca padişahın kişisel serveti kullanılırdı. Önceleri sefere gitmeyen ve ganimet kazanmayan padişahlar selatin camisi inşa ettirmezlerdi. Ancak bu gelenek, I. Ahmet'in Sultanahmet Camii'ni inşa ettirmesiyle bozulmuş ve ganimet kazanma geleneği 18. yüzyılda tümüyle terk edilmiştir. Bu camilerin iki ve nadiren ikiden fazla minaresi vardır. Çok büyük de olsalar diğer camilere ve Osmanlı Hânedânı'na hürmet nedeniyle birden fazla minare yapılmamıştır. Bugün ülkemizde ve yurt dışında kalmış Osmanlı topraklarında pek çok selâtin camii vardır. Başta payitaht İstanbul olmak üzere birçok İslâm beldesinde, güzellikte ve ihtişamda birbirleriyle yarışan camilere şahit olunmakta, Osmanlı Devleti'ne en uzun süre baş şehirlik yapması sebebiyle İstanbul'un her tarafı selâtîn camileriyle bezenmiştir. İşte bu camilerden 10 tanesini sizler için derledik. PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ İstanbul Suriçi Aksaray meydanında 1869-1871 tarihlerinde Atatürk Bulvarı ile Turgut Özal Caddelerinin kesiştiği yapı adasında Sultan I. Abdülaziz'in annesi ve Sultan II. Mahmut'un eşi olan Pertevniyal Valide Sultan için inşa ettirilmiştir. Cami planlarını Sarkis Balyan'ın çizdiği, hazırlanmasına Hagop Balyan`ın katıldığı da bilinmektedir. Mimarı Montani'dir. Çizim işlerinde, desinatör Osep çalışmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ile dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir. Pertevniyal Camisinin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır. Devlet ileri gelenlerinin, din bilginlerinin, hocaların katılımıyla düzenlenen büyük bir törenle temeli atılmıştır. Pertevniyal Valide Sultan temel atma törenini meydanı görebilen bir evin penceresinden izlemiştir. Tek şerefeli iki minaresi, Dolmabahçe Camii'nin minarelerinden daha geniş tutulmuştur. İç mekân bakımından da Dolmabahçe caminden daha geniştir. Tek kubbesi yüksek, fakat küçüktür. Neo gotik yüzey bezemeleri bu camiye ayrı bir güzellik kazandırır. Aynı bezeme zenginliği ve güzellik caminin iç kısımları için de geçerlidir. Altın yaldızla parlatılan mavi rengin egemen olduğu kalem işi süslemeler, iç mekânı baştan sona süslemektedir. Caminin Aksaray Meydanı'na bakan avlu kapısı, İstanbul'da ki camilerde pek alışılmadık ve aynı zamanda da göz kamaştırıcıdır. Bu kapı Osmanlı taş oyma sanatının nadide ürünlerindendir. 1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında sebil gibi camiye ait bazı unsurlar kaldırılmış veya yeri değiştirilmiştir. Caminin ile beraber inşa edilmiş yapılar şunlardır. Cami, çeşme, kütüphane, Pertevniyal Sultan'ın türbesinde oluşmaktadır. Kütüphanesindeki eserler daha sonraki yıllarda Süleymaniye Yazma eserler kütüphanesi'ne taşınmıştır. NURUOSMANİYE CAMİİ İstanbul Suriçi Çemberlitaş semtinde, Kapalıçarşı girişinde 1748-1755 yıllarında Sultan I.Mahmut tarafından Mustafa Ağa ile Mimar Simeon'a yaptırılan külliyenin bir yapısı olarak inşa edilmiştir. Barok Mimarinin Osmanlı topraklarında ilk uygulamasıdır. Batılılaşma eğilimlerinin mimaride ortaya çıkmaya başladığı bir devirde vücut bulan camii ve külliyesi, Osmanlı mimarisinde bir dönüm noktası sayılmaktadır. Camiinin yer aldığı alanda daha önce Osmanlı şeyhülislamlarından Hoca Sadettin Efendi'nin eşi Fatma Hatun'un mescidi bulunmaktaydı. Fatma Hatun Mescidi yıkılmaya yüz tutunca I. Mahmut'un emri ile yerine camii inşaatı başladı; Mimar Mustafa Ağa ve yardımcısı Mimar Simeon tarafından gerçekleştirilen inşaat; I. Mahmut'un ölümünden sonra üç yıllık saltanat süren kardeşi Sultan III. Osman zamanında 'Nur-u Osmani' (Osmanlı'nın Nuru) adıyla tamamlandı. Adını, padişah Sultan III. Osman'dan ve caminin içindeki ışıktan aldığı söylenir. ÜSKÜDAR AYAZMA CAMİİ Üsküdar Ayazma Ressam Ali Rıza Caddesi ile Mehmet Paşa değirmeni sokaklarının kesiştiği yapı adasında 1761 yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına Mimarbaşı Mehmet Tahir Ağa'ya inşa ettirilmiştir. Caminin bulunduğu yerde daha önce Bizans döneminde Ayazma Sarayı ve bahçesi olduğundan bu ismi almıştır. Caminin yapıldığı alan Üsküdar'ın en hâkim tepesi ve tarihi yarım adanın en güzel gözüktüğü bir noktadır. Mimari stil olarak batı etkilerinin görüldüğü bir camidir. Üç kapılı avludan camiye merdivenle çıkılır. Caminin mimari planı bir kare formdur. Merkezi kubbe bu dönem camilerinde yapıldığı üzere dört ana kemer tarafından taşınır. Kemerlerin taşıdığı Kubbe kasnağı camii hariminin daha aydınlık olması için pencereli olarak tasarlanmıştır. Camii dışarıdan mimari detayları çok net olarak anlaşılmaktadır. Merkez kubbeyi taşıyan dört kemerin bitim noktalarında küp şeklinde ağırlık kuleleri yapılmıştır. Caminin son cemaat yerine avlu kotundan on iki basamakla çıkılmaktadır. Minaresi tek şerefeli merkezi kubbeli, kubbe de dört taşıyıcı payandaya oturtulmuş ve tabanı mermerlerle döşenmiştir. Güney cephesinde III. Mustafa Türbesi'nde olduğu gibi bir kuş evi dikkat çeker. Minberinde oymalı renkli mermerden, mihrabın içi kırmızı somakidendir. Binanın doğusundaki hünkâr mahfilinin duvarlarında İtalyan çinileri yer almıştır. Cami içinde Hattat Seyyit Abdullah ve Hattat Seyyit Mustafa`nın yazıları vardır. Haziresinde birçok mezar bulunmaktadır. Sol köşedeki çeşme Şair Zihni'nin kitabesi ile süslüdür. Karşısında, yine aynı tarihte yaptırılan Şemsipaşa İlköğretim Okulu vardır. Dış avlunun kuzey batı köşesinde çok güzel bir çeşme bulunmaktadır. TOPHÂNE NUSRETİYYE CAMİİ Tophane Meclisi Mebusan caddesi üzerinde 1826 tarihinde Sultan II. Mahmut tarafından Mimar Kirkor Balyan'a inşa ettirilmiştir. Halk arasında daha çok 'Tophane Camii' olarak anılır. Yapı, tarihi İstanbul'un sınırları dışında inşa edilmiş en büyük camilerden birisidir. Yapıldığı yıllarda İstanbul'da etkin olan ampir ve barok üslup etkisindeki caminin sebil, muvakkithane ve şadırvanı da Tophane'yi süsler. 18. yüzyılın sonlarında Tophane yakınlarında Sultan III. Selim'in yaptırdığı 'Arabacılar Kışlası Camisi' bulunmaktaydı. Ahşap cami, 1823'teki Firuzağa yangınında yanıp kül oldu. Sultan II. Mahmut 1823'te yanan caminin yerine yeni bir caminin inşaatını başlattı. Yeni bir askeri teşkilat kurmakta olan II. Mahmut, caminin yapımını askeri binalarla birlikte başlamıştı. Bu nedenle vakıf binalarla değil, top dökümhanesinin önüne inşa edilen çeşitli askeri yapılarla çevrilendi. Vakıf yapıları yerine etrafındaki Tophane-i Amire ve Tophane Kışlası ile bir bir bütünlük gösteren camii, bu özelliği ile eski külliyelerden ayrılır. Caminin adının yangın yerindekilere yapılan yardımlardan ötürü 'Nusretiye' olduğu düşünülür. Caminin mimarlığını Osmanlı'ya sonradan saraylar, köşkler inşa edecek Balyan ailesinin ilk kuşağından Meremetçi Bali Kalfa'nın oğlu Krikor Amira Balyan üstlenmişti. İnşaat üç yıl sürdü ve 8 Nisan 1826'da Sultan II. Mahmut, saltanat kayığı ile Tophane İskelesi'ne çıkıp yere serilmiş değerli kumaşların üzerinde at sırtında ilerleyerek camiye gelerek, açılışı yaptı. Açılış töreninde topçu birliklerini selamlayıp yeniçerileri selamlamadığı görülen Sultan II. Mahmut'un birkaç ay sonra yeniçeri ocağını kaldırması üzerine yeniçerilere karşı kazandığı zaferin anısına camiye 'Nusretiye' denilmeye başlandığı da söylenir. Caminin açılışı nedeniyle bir madalya yaptırılmıştır. Madalyanın ön yüzünde tuğra, ay içinde Nişanı Iftihar, arka yüzünde Camii Nusret, 1247 yazısı bulunmaktadır. Nusretiye Camii'nin açıldığı 8 Nisan 1826 günü gerçekleşen törene Sultan II. Mahmut deniz yoluyla gelmiş, kubbenin mahyaları örttüğünü fark etmişti. Bunun üzerine 14 Mayıs 1826'da minareler alt şereflere kadar yıktırıldı ve üst şerefeler daha yükseğe aldırılarak baştan yapıldı. Hacı Mıgırdiç Çarkyan ikinci kalfa ve resimci başı olarak çalıştı. Beyoğlu Cihangir Pürtelaş mahallesinde Cihangir yokuşunda, 1559 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından oğlu Şehzade Cihangir için Mimar Sinan'a inşa ettirilmiştir. Caminin bulunduğu alan bu tip büyük yapılar için uygun olmaması sebebiyle camii sonraki dönemlerde deprem ve yangınlardan kullanılamaz hale gelmiştir. İlk yapılan caminin ufak ölçekte bir cami olduğu bilinmektedir. Zira bu bölgenin o dönemde çok az iskân edildiği bilinmektedir. Belli bir cemaat sayısı olmadığı için küçük bir cami inşa edilmiştir. Caminin yapılması ile bu bölgede bir mahalle oluşmuştur. Bundan dolayı semt Cihangir ismini almıştır. Yapıldığı dönemde buradaki tek yapı olduğu bilinmektedir. Evliya çelebi eserlerinde Fındıklı bölgesinde dik merdivenlerle çıkılan ve o dönem İstanbul'unun tamamının net görüldüğü bu camiye 'Cihannüma' ismini verir. Caminin yanına bir sibyan mektebi de yapılmıştır. Bu tarihten altmış yıl sonra bir de buraya bir Halveti Dergâhı inşa edilir. Cami daha sonraki dönemlerde Sultan II. Abdülhamit döneminde 1889 tarihinde yeniden başka bir form ve mimari stille inşa edilmiştir. 19 yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan plan tipolojisine uygun kare planlı, tek merkezi kubbelidir. Bu yeni stilde kubbe taşıma sistemi basit ve saydamdır. Bundan evvelki yüzyılların tersine hiç yarım kubbe veya çeyrek kubbeler kullanılmamıştır. Ana kubbeyi çok güçlü ve dört ağırlık kulesi ile güçlendirilmiş dört kemerden oluşan bir kurguya sahiptir. Ana kemerler ana taşıyıcı olduğundan yan duvarlarda ışınsal pencereler kullanılmıştır. Bu cami iç mekânını çok aydınlık hale getirmektedir. Çok dik bir yamaçta kurulmuş olan caminin dar bir avlusu bulunmaktadır. Avludan iki ayrı sokağa çıkış bulunmaktadır. Caminin mimarı planı bugün dikdörtgen formda olup eğimli bir araziye kurulmuştur. İstinat duvarlı avlunun iki kapısı vardır. Merkezi kubbesi 14 m çapındadır. Kubbe dört ana kemerle taşınır. Bu kemerlerin köşelerinde görsel olarak etkileyici ağırlık kuleleri yapılmıştır. Kemer duvarları geniş yelpaze pencerelerle kaplıdır ve üst taraflar süslemelidir. Kubbe ve pandantifler kurşun kaplıdır. Caminin çeşmesi duvara bitişiktir. Hazirede tekke şeyhi Hasan Cihangiri yatmaktadır. Doğu duvarında bir sarnıç ve kuzey duvarında bir mermer levha üzerinde kabartma işi bulunmaktadır. Son cemaat yeri kapalı olup iki yanı kubbe, ortası çapraz tonozdur. Caminin iki köşesinde tek şerefeli ikiz minareleri vardır. EMİRGAN HAMÎD-İ EVVEL CAMİİ Emirgan Boyacıköy Caddesi ile Doğru Muvakkithane Sokağı'nın köşesinde, 1779-1780 yıllarında Sultan I.Abdülhamit tarafından şehzadelerinden Mehmet ve onun annesi Hümaşah Hatun için inşa ettirilmiştir. Yapı, ana kapısı üzerindeki kitabeye göre 1779-1780 yıllarında Sultan I. Abdülhamit tarafından, 1838'de Sultan II. Mahmut tarafından onartılan cami, kesme taştan, tek minareli, kiremit örtülü bir yapıdır. Caminin bitişiğindeki Hünkâr Dairesi karşısında,1783 yılına ait Emirgan Çeşmesi bulunmaktadır. 17.yüzyıla kadar Feridun Paşa Bahçesi diye adlandırılan, bugünkü caminin üzerinde bulunduğu arsayı Sultan IV. Murat, Revan Seferi'nden sonra Emir Güneoğlu Yusuf Paşa'ya vermiştir. O da buraya bir köşk inşa etmiştir. O günden sonra da bölgeye ' Emirgün', 'Mirgün', ' Emirgan' denmiştir. 150 yıl kadar sonra köşk harap olunca, Sultan I Abdülhamit köşkü yıktırıp, eşi Hümaşah Hatun ve oğlu Mehmet için, kendi adıyla anılacak bu camiyi yaptırmıştır. Cami bir avlu içerisinde yer alır. Kesme taştan, kare planlı, ahşap çatılı olarak inşa edilmiştir. Dışarıdan iki katlı görülen yapının, güney ve batı cephelerinde arazi eğiminden dolayı depo olarak kullanılan yarım bir bodrum katı bulunmaktadır Güney ve batı cepheler, küçük detaylar dışında birbirinin aynısı olup, silmelerle enine bölünmüş olan yüzeyleri, plastırlarla hareketlilik kazanmıştır. Plastırlar arasında kalan pencerelerden alt katta olanlar dikdörtgen, üst katta olanlar ise yuvarlak kemerlidir. Yapının kuzeye bakan giriş cephesi ise daha yalın bir görünüme sahip olup, burada bulunan üst kat pencereleri de dikdörtgen biçimlidir. Mihrap eksenindeki I Abdülhamit dönemi kitabesini taşıyan kapı, hafif dışa taşkındır. Caminin alçak kare pabuç üzerinde, silindirik gövdeli, tek şerefeli narin minaresi giriş cephesinin sağ köşesinde yükselmektedir Akantus yaprağı ve değişik süsler ile hareket kazandırılan minare, muhtemelen 19. yüzyılda onarım geçirmiştir. Dıştan, herhangi bir çıkması olmayan mihrap, içerde kalem işlemeleriyle zenginleştirilmiştir. Stilize çiçek, yaprak ve kıvrık dal motifleriyle hareketlendirilmiş olan mihrap nişinin ortasında, zincirlerle tutturulmuş bir kandil motifi yer almaktadır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşap, beyaz boyalı olup, üzerleri zengin bezemelerle tezyin edilmiştir. Caminin düz ahşap tavanının ortasında, altın yaldızla yapılmış ampir üslubunun karakteristik öğeleriyle oluşturulmuş bir göbek bulunmaktadır. BEYLERBEYİ CAMİİ Beylerbeyi Cami veya Hamidi Evvel Camii; İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında Üsküdar Beylerbeyi sahilinde 1777 – 1778 tarihinde Sultan I. Abdülhamit tarafından annesi Rabia Şermi Sultan'ın anısına dönemin Baş Mimarı Mehmet Tahir Ağa'ya inşa ettirilmiştir. Bina emini ise Şehremini Hafız el Hac Mustafa efendidir. Cami Barok üslupta olup taşıyıcı duvarları kesme taştan inşa edilmiştir. Merkezi tek kubbeli mihrap üstü yarım bir kubbe ile vurgulanmış sekizgen tabana oturan bir yapıdır. 55 pencereli ve iç mekânda kalem işleriyle süslü duvarlarda hem Osmanlı hem de Avrupa çinileri göze çarpar. Caminin 14.60 m. x 14.60 m. boyutlarına sahip ana mekânın tavan örtüsü bir tam ve beş yarım kubbe ile örtülü olup; kubbeli tavan örtüsü sıra dışı bir şekilde iki kasnağa oturtulmuş, üsteki kasnağın çevresini dolanan yirmi pencere ile kubbe aydınlığı sağlanmıştır. Sivri, yuvarlak, 'S' ve 'C' kıvrımlı dört farklı kemer örneğinin kullanılmıştır. Yapı 1810 - 1811 de bir değişikliğe uğramış Sultan II. Mahmut'un buyruğuyla son cemaat yeri değiştirilerek yeniden yapılmıştır. Bu arada minaresi yıkılarak iki yeni minare inşa edilmiştir. Sultan II. Mahmut ayrıca bir muvakkithane ile deniz kıyısından dört cepheli çeşme yaptırmış. Caminin önündeki rıhtımı genişleterek duvarla çevreletmiştir. Beylerbeyi Camii 1969 esaslı bir onarım görmüştür. 13 Mart 1983 gecesi bitişiğindeki İsmail paşa yalısından çıkan yangın Beylerbeyi Camii ahşap kubbesini yanarak çökmesine neden olmuş ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hızlı bir şekilde restore edilerek 29 Mayıs 1983 tarihinde tekrar ibadete açılmıştır. ÜSKÜDAR SELİMİYE CAMİİ Büyük Selimiye Camii; İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında Üsküdar Selimiye Kışlası karşısında 1801 – 1805 tarihlerinde Sultan III. Selim tarafından inşa ettirilmiştir. Üsküdar, Selimiye kışlası yanında bulunan camii Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır. Kadıköy-Beşiktaş vapurundan Haydarpaşa Limanı önünden geçerken Selimiye kışlasının yanında muhteşem bir görünüşü vardır. Caminin inşaatına 1801 de başlanarak 1805 de bitirilmiştir. Sultan Selim kısa bir müddet sonra kazan kaldıran yeniçerilerin kurbanı oldu. Cami ana binasına ilave olarak tüm büyük camilerde olduğu üzere ek yapılar bulunur. Bunlar, Mektep, muvakkithane çeşme ve sebilden teşekkül eder. Caminin deniz tarafında da Selimiye Kışlası yaptırılmıştır. Ayrıca Selimiye adı ile anılan kadife ve kumaş imalathaneleri ile bir hamam da inşa ettirilmiştir. Hatta bu son tesisler için Galatasaray'ın fazla arazisi zirai 50 kuruşa satılarak camiye tahsis edilmiştir. Cami mimari planı kare formda olup barok stilindedir. Kare harim merkezi tek kubbe ile örtülmüştür. Üç ulu çınarın gölgesinde güzel bir bahçe içinde yer alan cami bol pencereli, büyük açık kemerler üzerinde yükselen kubbeye ve köşelerde zarif ağırlık kulelerine sahiptir. İçerisi, dışarısı kadar göz alıcı değilse bile çok sayıda pencereleri ile bol ışıklı ve ferahtır. Kubbeyi tutan kemerler aynı stilde konsollarla kuvvetlendirilmişlerdir. Caminin yanında sıbyan mektebi, hayrat hademesi odaları ile Hünkâr Dairesi yer almaktadır. Zamanında minaresi kalın görüldüğünden inceltilmiş ve bir fırtınada 1822 tarihinde harap olduğundan tamir edilmiştir. Sonradan 1954-1959 yıllarında esaslı tamirler yapılmıştır. ATİK VALİDE SULTAN CAMİİ Nurbanu Valide Sultan Camii veya müftülük kayıtlarına göre Atik Valide Camii; İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında Üsküdar Toptaşı 1583 yıllında Sultan II. Selim'in eşi, Sultan III.Murat'ın ise annesi Afife Nur-Banu Valide Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmış olan külliyenin bir yapısıdır. Nurbanu Valide Sultan Külliyesi, cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, kervansaray, hamam, darülkurra, darüşşifa'dan oluşur. Külliye alan olarak İstanbul'da yapılmış en büyük külliyelerden biridir. Anadolu yakasının en büyük külliyesidir. Geniş bir bölgeye yayılan külliye binaları güç bir arsada seviye farkı ile sıralanmış, aradan sokaklar geçirilmiş. Önceleri Valide Camii olarak anılan külliye, Sultan III. Ahmet'in annesi Gülnuş Valide Sultan'ın Üsküdar İskele meydanında 1708-10 tarihlerinde inşa ettirdiği Yeni Valide, Valide-i Cedit gibi isimlerle anılan külliyesinden ayırt edilebilsin diye 18.yüzyıldan itibaren Eski Valide, Atik Valide veya Valide-i Atik gibi isimlerle anılır olmuş. Caminin mimari planı bir dikdörtgendir. Caminin merkezi kubbesi altı dayanak üstündedir. İki yanından ikişer yarım kubbeyle çevrelenmiştir. Dışarı doğru çıkıntılı mihrap tarafında beşinci yarım kubbe bulunmaktadır. Mihrap tarafındaki çiniler, İznik çinilerinin en güzel örneklerindendir. Cami, 1579'da büyük usta, ustaların ustası Mimar Sinan tarafından tamamlandığında günümüze ulaşan yapının altıgen planlı orta bölümünden ibaretti. 1583'de ise iki yana ikişer kubbe eklenerek genişletilir. Camiye son eklemeler 1834'de Sultan II. Mahmut döneminde yapılır ve caminin güneybatı köşesine bağımsız girişi bulunan bir hünkâr kasrı ve hünkâr mahfili inşa edilir. İmaret ve darüşşifa, 1807'den 1865 yılına kadar kışla olarak kullanıldıktan sonra, darüşşifa, 1865 ve 1870'de İstanbul'da yaşanan büyük kolera salgınlarında önemli rol oynar. Bütün şehri kırıp geçiren ve 15 bin kişinin ölümüne neden olan kolera hastalığının tedavi merkezi Atik Valide Darüşşifası'dır o günlerde. ORTAKÖY KÜÇÜK MECİDİYE CAMİİ Küçük Mecidiye Camii ya da Ortaköy Teşrifiye Camii; İstanbul Boğazı'nın Rumeli yakasında Beşiktaş Çırağan caddesi ile Yıldız Sarayının Park girişinin köşesinde Çırağan Sarayı karşısında 1848 yılında Sultan I.Abdülmecit tarafından inşa edilmiştir. Caminin mimarları saray Başmimarı Garabet Amira Balyan ve Nigoğos Balyan'dır. Çırağan Sarayı'nın arkasında, Çırağan Caddesi ile Yıldız Parkı'nı bağlayan kısa yol üzerinde bulunan cami, mimari olarak barok üslubunda yapılmış olup, tek minarelidir. Caminin genel mimarisi gibi, minaresi de geleneksel Osmanlı mimarisinden farklılıklar göstermektedir. Cami 400 metrekarelik bir alanda yapılmıştır. Avlusu ile birlikte toplamda 1600 metrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Kayıtlarda, temeline Müslümanlarca kutsal sayılan Kâbe'den toprak getirilip karıştırdığı geçmektedir. Çırağan semtinde yerleşim yeri bulunmadığı için yerleşik cemaati bulunmayan cami, halk arasında Misafir Camii olarak anılmaktadır. Cami bir merkezi kubbe ile örtülmüştür. Kubbe direk payelere oturan kemerlerle taşınmaktadır. Yan duvarların taşıyıcı fonksiyonu olmadığı için bol miktarda pencere inşa edilmiştir. Yapının cephelerinden iki sıra pencere yapılmıştır. Üst sıradakilerin ortasında yüksek bir yuvarlak kemer ve yanlarda iki adet daha basık yuvarlak kemer bulunmaktadır. Alt sıradaki pencerelerin tamamı yuvarlak kemerlidir. Orta sıradaki pencerede ise niş kullanılmıştır. Caminin kubbesinin dışa karşı deformasyonunu sağlayan dört ağırlık kuleleri form olarak eklektik bir görünüm sunar. Caminin minaresi soldadır. Minarenin şerefesi üstü kapalıdır. Bu tür bir minare pek Osmanlı yapılarında görülmez. Camiye yandaki caddeden ve batıdaki avludan girilmektedir. 19. Yüzyılda inşa edilen camilerde görülen giriş cephesinde ilave yapılar bulunmaktadır.