Şeyhülislam konaklarında iftarlar nasıl yaşanırdı?
Osmanlı'da Ramazan'ın son günleri, iftar vermek için sadrazam, vezir, şeyhülislam gibi üst düzey devlet görevlilerine ayrılırdı. O dönemde konaklar halk ile saray arasında aracı konumundaydı. İşte, Osmanlı dönemi Ramazanlarına ait iki hikaye ile birlik şuuru içinde yaşamanın ve hayat karşısındaki estetik tavrın yansıması…
Giriş Tarihi: 03.06.2019
14:12
Güncelleme Tarihi: 03.06.2019
15:29
Ramazan ayının toplumun bütün kesimlerinin iştirak ettiği bir ibadet ayı olması, toplumumuzda bu aya mahsus bir hayat tarzının doğmasına sebep olmuştur. Şüphesiz günümüzde de etkisi hissedilen ve devam ettirilmeye çalışılan bu hayat tarzının kökleri çok uzun bir geçmişe dayanır. Milletimizin bu ayın özüne, amacına ve kutsiyetine zarar vermeden, sırf onu daha iyi, güzel ve coşkulu bir şekilde yaşamak uğruna geliştirdiği bu hayat tarzı merhum Süheyl Ünver tarafından "Ramazan Medeniyeti" olarak adlandırılmıştır.
Bu hayat tarzının ortaya çıktığı, geliştiği şehir ise Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'dur. Yukarıdan aşağıya doğru bir etkilenmeyle (saray-konak-mahalle) büyük ölçüde sarayı örnek alan İstanbul, zaman içerisinde kendi adıyla anılan, özgün, incelmiş, kabul görmüş ve herkes tarafından takdir edilmiş bir hayat tarzı oluşturmuştur. Bu hayat tarzının özgün taraflarından bir tanesi de Ramazan ile ilgilidir.
İftar sofralarına yer alan iftariyelerin, yiyeceklerin, yemeklerin sayısı da Ramazan'a mahsus başka bir özelliktir. Herkes kendi gücüne ve haline göre israfa kaçmadan mükellef bir sofra kurma peşindedir. Gün boyu oruçlu kalan ağızlar iftar vaktinin girmesiyle birlikte adeta bir ziyafetin ortasında kendilerini bulurlar. Sofra(lar) başında kimler yok ki? Uzak yakın konu komşu, akraba, eş dost, yoldan geçen tabiri caizse iftar sahibine yakalana herkes tek bir duygu ve heyecan etrafında kenetlenir.
Saray içerisinde meydana getirilen hayat tarzı saray çevresi ve hanedana, devlete hizmet edenler için de bir örnek teşkil eder. Ancak bu hiçbir zaman sarayla rekabet seviyesinde olmaz. Sarayın ve hanedanın niteliği ve yapısı buna izin vermez.
Sadrazam, vezir, şeyhülislam gibi üst düzey devlet görevlilerinin yaşadıkları konaklar gerek işleyiş gerekse istihdam noktasında küçük bir saray manzarası gösterirler. Eski İstanbul'da saray ve devlet ile halk arasında aracılık vazifesi gören konaklar aynı zamanda dolaylı olarak saray kültürünü de halka yansıtmak fonksiyonunu icra etmişlerdir.