Tarihte iz bırakan 10 ressam
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde muhafaza edilen bir murakka içindeki, gül koklayan bağdaş kurmuş Fatih Sultan Mehmed portresinin hangi ressamımıza ait olduğunu biliyor musunuz? Sizler için, arkeolog, müzeci ve yazar kimliklerinin yanında ressamlığıyla da tarihte iz bırakmış 10 ressamımızı listeledik.
Giriş Tarihi: 25.04.2019
08:43
Güncelleme Tarihi: 25.04.2019
09:04
ŞEREF AKDİK - (1899-1972)
Ressam ve hattat
İstanbul'da doğdu; ilk ve orta öğrenimini Fâtih Merkez Rüşdiyesinde yaptı. Babasından hat meşketti ve sülüs, nesih, ta'likte usta bir hattat oldu. Fakat resme olan büyük istidadı onu bu sanatı meslek olarak benimsemeye sevketti. Hoca Ali Rızâ Bey ve Çallı İbrahim'le tanışarak onların da teşvikiyle 1915'te Sanâyi-i Nefîse Mektebi'ne girdi. Ancak bir süre sonra savaş sebebiyle ayrılmak zorunda kaldı. Savaştan sonra tekrar başladığı okulu M. Warnier, Ömer Âdil ve Çallı İbrahim'in atölyelerinde çalışarak 1924'te bitirdi. Bir yıl sonra açılan bir devlet imtihanını kazandı ve sanatını ilerletmek üzere Fransa'ya giderek Paris'te Julian Akademisi'nde Prof. Albert Laurence'le çalıştı. 1928'de İstanbul'a döndü. İlk yıllarından itibaren Güzel Sanatlar Birliği'nin üyesi oldu ve bütün karma sergilerine katıldı. 1941'den sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nin, ressamları çeşitli bölgelere göndererek memleket manzaraları yaptırma çalışmalarına katıldı. "Sivas'ta Cer Atelyesi" ve Atatürk'ü makine başında tasvir eden "Telgrafhane" gibi eserlerini bu çalışmaları sırasında yaptı. Resmî görevini 1951 yılına kadar resim öğretmeni, o yıldan sonra da Güzel Sanatlar Akademisi'nde atölye hocası olarak emekliliğine kadar sürdürdü.
Şeref Akdik'in "Erdek'te Balıkçı Kayıkları" adlı yağlı boya tablosu (Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi)
İlk sergisini Ankara Halkevi'nde açan Şeref Akdik , gerek Paris'teki öğrencilik yıllarında gerekse memlekete döndükten sonra çeşitli ödüller kazandı. 1957'de o zamanki Şehir Galerisi'nde (şimdiki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi), geçmiş günleri konu alan ilk retrospektif sergisini ve akademiden emekli olduktan sonra da bu kurumun salonlarında aynı tarzda ikinci büyük sergisini açtı. 20 Haziran 1972'de öldü ve Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Şeref Akdik resmin hemen her türünde çalışmıştır. Empresyonist prensiplere bağlı olup bilhassa manzara ve portrede çok başarılı örnekler vermiştir. Eserleri, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile Ankara Devlet Resim ve Heykel Galerisi başta olmak üzere Sakıp Sabancı, Ali Koçman, Kemal Erhan gibi kişilerin özel koleksiyonlarında bulunmaktadır.
OSMAN HAMDİ BEY (1842-1910)
Ressam, müzeci, arkeolog ve yazar
30 Aralık 1842'de İstanbul'da doğdu. Sadrazam İbrâhim Edhem Paşa'nın oğlu, Halil Edhem (Eldem) ile İsmâil Galib'in ağabeyidir. Çok yönlü bir kişi olarak yetişmesinde ailesinin önemli rolü olmuştur. İlkokula Beşiktaş'ta başladı ve 1856'da Mekteb-i Maârif-i Adliyye'ye kaydoldu. 1857'de hukuk tahsili için Paris'e gönderildi. Burada bir yandan hukuk öğrenimine devam ederken bir yandan da Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda resim dersleri aldı ve arkeolojiyle ilgilendi. Sanata ve özellikle resme olan ilgisi hukuktan daha ağır basınca zamanının ünlü ressamları olan Jean-Leon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çalıştı. 1858'de gittiği Sırbistan ve Viyana'da müzeler ve resim sergileriyle ilgili incelemelerde bulundu. Aynı yıllarda Paris'e eğitim için gönderilen Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmed Paşa ile birlikte 1867'de II. Milletlerarası Paris Sergisi'ne katıldı. Bu sergi dolayısıyla bir madalya aldı.
Osman Hamdi Bey'in Eskihisar'daki evi ve atölyesi
Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Osman Hamdi'nin üzerinde durulması gereken yönlerinden biri ressamlığıdır . Zamanımızda daha çok ressam Osman Hamdi olarak tanınır. Özellikle figürlü kompozisyonlar ve portreler yanında peyzajlar, natürmortlar, karakalem portre ve desenler yaptı Türk resmine figürlü kompozisyonu getirdi, bu konuda öncü oldu. Akademik doğrultuda büyük boy figür ve figürlü kompozisyonlar ortaya koyan Osman Hamdi hocası Gérôme'un etkisinde kaldı ve oryantalist tarzda resimler yaptı. Tablolarında yakın olduğu şarkiyatçılardan farklı olarak Doğu'nun, özellikle Türk sanatının güzelliklerini yansıttı. Figürleri kendine güvenen, dik duran, düşünen biçimde resmeden ve kompozisyon içinde dikkati çekecek özellikte bulundukları ortama uygun kıyafetlerde ele aldı.
Osman Hamdi Bey'in "Türbe" adlı yağlı boya tablosu (İstanbul Resim ve Heykel Müzesi)
Değişik giysileri resmedişinde 1873 Viyana Sergisi'ne gönderilen "elbise-i Osmâniyye"nin büyük etkisi oldu. Bazı tablolarında seyircinin dikkatini figürlerin kıyafetine, hareketlerine çekmek istediği sezilse de onun asıl üzerinde durduğu, mimari elemanlar, özellikle de mimariyle ilgili onu tamamlayacak dekorasyonlar oldu. Tablolarında bazen mimariyi fon olarak kullanıp figürü ön plana aldı, bazen mimariyi ele alıp figürü bunun içine yerleştirdi. Türbe ve cami kapıları, bunların üzerindeki yazıtlar, ağaç ve taş işlemeleri, duvarlardaki çini süslemeler, hatlar, parlak kumaşlar, sedef kakmalı, fildişi ve kemikten yapılmış mobilyalar, buhurdanlıklar, şamdanlar, yağlıklar, miğferler, kılıçlar ve silâhları büyük bir gözlem sonucu doğru bir çizgide ve titiz bir teknikte resmetti. Osman Hamdi'nin birbiriyle ilişkisi olmayan öğeleri bir düzenleme içinde bir arada ele aldığı görülür. Erkek figürlerinde çeşitli pozlarda kendi fotoğraflarını da kullandı. Bazen bir tabloda değişik giysi ve duruşlarda ikili ya da üçlü görünümlerde yer aldı. Kadın konusunu Türk resminde ilk ele alan kişi oldu ve kadını yalnızca portre olarak değil aynı zamanda günlük yaşamın içinde erkeğe eşit bir konumda resmetti.