Tarihte iz bırakan 10 ressam
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde muhafaza edilen bir murakka içindeki, gül koklayan bağdaş kurmuş Fatih Sultan Mehmed portresinin hangi ressamımıza ait olduğunu biliyor musunuz? Sizler için, arkeolog, müzeci ve yazar kimliklerinin yanında ressamlığıyla da tarihte iz bırakmış 10 ressamımızı listeledik.
Giriş Tarihi: 25.04.2019
08:43
Güncelleme Tarihi: 25.04.2019
09:04
Osman Hamdi Bey'in "Türbe" adlı yağlı boya tablosu (İstanbul Resim ve Heykel Müzesi)
Değişik giysileri resmedişinde 1873 Viyana Sergisi'ne gönderilen "elbise-i Osmâniyye"nin büyük etkisi oldu. Bazı tablolarında seyircinin dikkatini figürlerin kıyafetine, hareketlerine çekmek istediği sezilse de onun asıl üzerinde durduğu, mimari elemanlar, özellikle de mimariyle ilgili onu tamamlayacak dekorasyonlar oldu. Tablolarında bazen mimariyi fon olarak kullanıp figürü ön plana aldı, bazen mimariyi ele alıp figürü bunun içine yerleştirdi. Türbe ve cami kapıları, bunların üzerindeki yazıtlar, ağaç ve taş işlemeleri, duvarlardaki çini süslemeler, hatlar, parlak kumaşlar, sedef kakmalı, fildişi ve kemikten yapılmış mobilyalar, buhurdanlıklar, şamdanlar, yağlıklar, miğferler, kılıçlar ve silâhları büyük bir gözlem sonucu doğru bir çizgide ve titiz bir teknikte resmetti. Osman Hamdi'nin birbiriyle ilişkisi olmayan öğeleri bir düzenleme içinde bir arada ele aldığı görülür. Erkek figürlerinde çeşitli pozlarda kendi fotoğraflarını da kullandı. Bazen bir tabloda değişik giysi ve duruşlarda ikili ya da üçlü görünümlerde yer aldı. Kadın konusunu Türk resminde ilk ele alan kişi oldu ve kadını yalnızca portre olarak değil aynı zamanda günlük yaşamın içinde erkeğe eşit bir konumda resmetti.
Osman Hamdi Bey'in mezarı
Ressam, arkeolog, müzeci ve yazar kimliklerinin yanında bürokrasideki başarısı, diplomatlığı, yöneticiliği ve bilim adamlığı ile de dikkati çeken Osman Hamdi ömrünün sonuna kadar bitmek bilmeyen bir çabayla çalıştı ve kısa süren bir hastalığın ardından 24 Şubat 1910'da Kuruçeşme'deki yalısında vefat etti. Cenaze namazı Ayasofya Camii'nde kılınan Osman Hamdi vasiyeti gereği, hayattayken pek sevdiği Eskihisar'da yazlık olarak yaptırdığı çiftlik evinin arkasındaki ağaçlıklı yamaçın üstüne gömüldü ve üzerine de Anadolu'dan getirilmiş Selçuklu dönemine ait sanduka ve şâhideler konuldu.
CELÂL ESAT ARSEVEN (1875-1971)
Türk sanat tarihinin öncü araştırmacılarından, ansiklopedi yazarı ve ressam.
Ekim 1875'te İstanbul Beşiktaş'ta dünyaya geldi. Babası Sadrazam Ahmed Esad Paşa, annesi Fatma Sûzidil Hanım'dır. Doğumundan kısa bir süre sonra babası vefat ettiğinden amcası Kâzım Paşa tarafından yetiştirildi. İlk öğrenimine Beşiktaş'ta Taşmektep'te başladı, ardından Hamidiye Mektebi'ne geçti. Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi'nde bir yıl okuduktan sonra Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi'ne, 1889'da Mekteb-i Mülkiyye'ye girdi. Resim yapmaya meraklı olduğu için bu yıllarda Sanâyi-i Nefîse Mektebi'ne de devam etti. Fakat amcasının ısrarı ve padişahın iradesiyle 1891'de Mekteb-i Harbiyye'nin "zâdegân" sınıfına yazıldı. Subay çıktıktan sonra hünkâr yaveri olarak görevlendirildiğinden rahatça resimle uğraşmak imkânını elde etti; bu arada resim tekniğiyle ilgili bir dizi küçük kitap yayımladı.
Celâl Esat Arseven'in sulu boya bir tablosu
Celâl Esat müzik de dahil olmak üzere güzel sanatların çeşitli dalları ile uğraşmış, değişik müzik aletlerini çaldığı gibi birkaç edebî türde eserler de vermiştir. Bunların arasında sahne için yazılmış çok sayıda oyun da vardır. İdareci, şehirci, tiyatro ve senaryo yazarı, rejisör, ressam, arkeolog, sanat tarihçisi, öğretim üyesi, sözlükçü, ansiklopedici olan, ayrıca sanat ve belediyecilik konularında da yazıları bulunan Celâl Esat'ın bu değişik dalların hepsinde basılmış eserleri vardır. Ancak bütün bu faaliyetler içinde onun adını yaşatacak başlıca üç çalışma sahasından biri İstanbul tarihi ve eski eserlerine dairdir. İkincisi sanat tarihi sözlükleri ve büyük bir sanat ansiklopedisi, üçüncüsü ise Türk sanat tarihidir.
NAKKAŞ HASAN PAŞA (ö. 1031/1622)
Nakkaş Hasan'ı Tâlikîzâde Mehmed Subhi ve bir hattatla birlikte çalışırken tasvir eden bir minyatür (Şehnâme-i Mehmed-i Sâlis, TSMK, Hazine, nr. 1609, vr. 74a)
Minyatür ressamlığı ve tezhipçiliğiyle ünlü Osmanlı veziri
Nakkaş Hasan Paşa'nın tasvir yapmadaki becerisinden ilk bahseden kişi saray şehnâmecisi Tâlikîzâde Mehmed Subhi'dir. Tâlikîzâde, III. Mehmed'in bizzat çıktığı Eğri seferini ve Haçova Meydan Savaşı'nı konu alan Eğri Fethi Târihi adlı kitabının sonlarında üstat Bihzâd'ın bir benzeri olduğunu söylediği Hasan Paşa'nın nazmını sûretlerle süslediğini, heybetli bir pehlivan çizse görenlerin güçlerini kaybedip korkudan sırt üstü düşeceklerini, güneş çizse görenlerin sıcaklık hissedeceklerini, çimen çizse tazelik vereceğini, gülistan çizse onu gören bülbülün feryat edeceğini, Leylâ'yı çizse birçok âşığı mecnun edeceğini yazar. Nakkaş Hasan Paşa'nın hazırladığı I. Ahmed'in tezhipli bir tuğrası onun aynı zamanda çok yetenekli bir müzehhip olduğunu göstermektedir.