Ahmed Karahisârî'nin (ö.1556) muhakkak, nesih ve sülüs hatlarıyla yazılmış olan bir mushaf sahîfesi.
Matbaanın gelişmesinden önce çok yaygın olan yazma kitaplarda öncülüğü elbette Kur'ân-ı Kerîm (mushaf) alır. Sonra dinî, ilmî, edebî eserler gelir. Şimdi bir mushafın nasıl yazılıp hazırlandığı kısaca anlatılacaktır: Kur'ân yazmakta XVI. asra kadar evvelâ kûfî, daha sonra muhakkak, reyhânî, nesih gibi yazı çeşitleri, yalnız başına yahut da muhakkak-nesih, muhakkak-reyhânî gibi iki veya muhakkak-sülüs-nesih gibi üç hat cinsi karışık nizamda kullanılmış ise de, mushaflar için Osmanlı zevkıne en uygun düşeni nesih hattı olmuştur. Esâsen, Şeyh Hamdullah'dan bu yana, diğer yazı cinsleri gibi nesih de, Osmanlı hattatlarının elinde daha okunaklı hâle gelerek, dört asır boyunca gittikçe tekâmül gösterir.
Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-1" yazısının devamını okumak için tıklayın.
Kıt'aların bir araya getirilmesiyle hazırlanan albümlere murakkaa ismi verilir. XVI. yüzyıla kadar, bir zemîne yapıştırılmamış kıt'aların üstten ve alttan birbirine yapıştırılıp tutturulmasıyla oluşan ve tomar (rulo) hâlinde sarıldıktan sonra, buna bağlanmış bir deri mahfazayla korunan; tomar (tūmar) olarak isimlendirilen hat eserleri bulunurdu. Bunlar, XVI. yüzyıldan sonra yerini murakkaalara bırakmıştır.
Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-2" yazısının devamını okumak için tıklayın.
Son iki asırda -bilhassa Osmanlılarda- celî yazılarla revac bulan levhacılık, hüsn-i hattın -camlanmış ve çerçevelenmiş şekliyle- mekân dâhilindeki duvarlarda yer almasını sağlamış; bir güzelliği hem okumak, hem de seyretmek imkânını vermiştir. Levhacılıkta müstesna bir mevkıi olan hilyeler ayrıca tanıtılacağı için, burada celî yazılarla hazırlanan levhalar üstünde durulacaktır.
Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-3" yazısının devamını okumak için tıklayın.
İslâm anlayışı, putlaştırılabilecek kimselerin tasvirlerinden şiddetle kaçınmıştır. Onun için -bir kaç asılsız minyatür dışında- Hz. Muhammed'in resmini çizmeğe hiç kimse lüzum ve cesaret duymamıştır. Hâlbuki -zamanımızda pek moda olduğu şekilde- hayalî bir resim çizmektense sahih târiflerden hareketle İslâm Peygamberi'ni anlatmak, her inananın gönlünde beliren şekliyle onu tasavvur ederek bağlanmasına imkân vermektedir. Bu ise, putları yıkan bir îman anlayışına elbette daha uygun gelecektir.
Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-4" yazısının devamını okumak için tıklayın.
Dîvân-ı Hümâyûn'da yazılıp hazırlandığı esnâda hangi pâdişâh tahtta bulunuyorsa onun tuğrasını taşıyan ferman, berat ve menşurlar, eskiden tomar (rulo) hâlinde, yahut da katlanmış olarak saklanılırken, yakın zamanlardan başlayarak duvarlara asılmağa başlanmıştır. Altın mürekkebi kullanılarak tuğra çekilip de bunun kıyılarının is mürekkebiyle tahrirlenmesi, hattâ tuğranın arasındaki boşlukların tezhiplenmesi de Fatih'le başlamakda ve devam etmektedir. XVII. asrın başlarına kadar tezhip san'atının bütün hünerlerinin icrâ olunduğu, zaman zaman tuğranın gelin duvağı gibi bezemeyle örtüldüğü muhteşem bir devre süregelmektedir.
Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-5" yazısının devamını okumak için tıklayın.