Arama

Uğur Derman'ın Fikriyat'taki tüm yazıları

Ömrünü, kültür ve medeniyet serüvenimizin kopuk halkalarını kaybedildikleri yerden çıkarmaya adayan Uğur Derman; Mahir İz, Süheyl Ünver gibi hat sanatına gönül vermiş isimlerin rahle-i tedrisinden geçti. Türk-İslam sanatına yıllardır verdiği emek ile geleneksel hatlarımızı ve sanatkarlarını yaşatma yolundaki kıymetli eserleri, bugünkü kuşağa ulaştı. Ömrü hayatına hazine niteliğinde eserler sığdıran Prof. Uğur Derman, Necip Fazıl Saygı Ödülü'ne layık görüldü. Sizler için Uğur Derman'ın Fikriyat'ta kaleme aldığı ve hat sanatı hakkında önemli bilgiler verdiği yazılarını derledik.

  • 5
  • 25
HAT SAN'ATI'NIN KULLANILMA SÂHALARI
HAT SAN’ATI’NIN KULLANILMA SÂHALARI

Ahmed Karahisârî'nin (ö.1556) muhakkak, nesih ve sülüs hatlarıyla yazılmış olan bir mushaf sahîfesi.

Matbaanın gelişmesinden önce çok yaygın olan yazma kitaplarda öncülüğü elbette Kur'ân-ı Kerîm (mushaf) alır. Sonra dinî, ilmî, edebî eserler gelir. Şimdi bir mushafın nasıl yazılıp hazırlandığı kısaca anlatılacaktır: Kur'ân yazmakta XVI. asra kadar evvelâ kûfî, daha sonra muhakkak, reyhânî, nesih gibi yazı çeşitleri, yalnız başına yahut da muhakkak-nesih, muhakkak-reyhânî gibi iki veya muhakkak-sülüs-nesih gibi üç hat cinsi karışık nizamda kullanılmış ise de, mushaflar için Osmanlı zevkıne en uygun düşeni nesih hattı olmuştur. Esâsen, Şeyh Hamdullah'dan bu yana, diğer yazı cinsleri gibi nesih de, Osmanlı hattatlarının elinde daha okunaklı hâle gelerek, dört asır boyunca gittikçe tekâmül gösterir.

Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-1" yazısının devamını okumak için tıklayın.

Kıt'aların bir araya getirilmesiyle hazırlanan albümlere murakkaa ismi verilir. XVI. yüzyıla kadar, bir zemîne yapıştırılmamış kıt'aların üstten ve alttan birbirine yapıştırılıp tutturulmasıyla oluşan ve tomar (rulo) hâlinde sarıldıktan sonra, buna bağlanmış bir deri mahfazayla korunan; tomar (tūmar) olarak isimlendirilen hat eserleri bulunurdu. Bunlar, XVI. yüzyıldan sonra yerini murakkaalara bırakmıştır.

Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-2" yazısının devamını okumak için tıklayın.

Son iki asırda -bilhassa Osmanlılarda- celî yazılarla revac bulan levhacılık, hüsn-i hattın -camlanmış ve çerçevelenmiş şekliyle- mekân dâhilindeki duvarlarda yer almasını sağlamış; bir güzelliği hem okumak, hem de seyretmek imkânını vermiştir. Levhacılıkta müstesna bir mevkıi olan hilyeler ayrıca tanıtılacağı için, burada celî yazılarla hazırlanan levhalar üstünde durulacaktır.

Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-3" yazısının devamını okumak için tıklayın.

İslâm anlayışı, putlaştırılabilecek kimselerin tasvirlerinden şiddetle kaçınmıştır. Onun için -bir kaç asılsız minyatür dışında- Hz. Muhammed'in resmini çizmeğe hiç kimse lüzum ve cesaret duymamıştır. Hâlbuki -zamanımızda pek moda olduğu şekilde- hayalî bir resim çizmektense sahih târiflerden hareketle İslâm Peygamberi'ni anlatmak, her inananın gönlünde beliren şekliyle onu tasavvur ederek bağlanmasına imkân vermektedir. Bu ise, putları yıkan bir îman anlayışına elbette daha uygun gelecektir.

Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-4" yazısının devamını okumak için tıklayın.

Dîvân-ı Hümâyûn'da yazılıp hazırlandığı esnâda hangi pâdişâh tahtta bulunuyorsa onun tuğrasını taşıyan ferman, berat ve menşurlar, eskiden tomar (rulo) hâlinde, yahut da katlanmış olarak saklanılırken, yakın zamanlardan başlayarak duvarlara asılmağa başlanmıştır. Altın mürekkebi kullanılarak tuğra çekilip de bunun kıyılarının is mürekkebiyle tahrirlenmesi, hattâ tuğranın arasındaki boşlukların tezhiplenmesi de Fatih'le başlamakda ve devam etmektedir. XVII. asrın başlarına kadar tezhip san'atının bütün hünerlerinin icrâ olunduğu, zaman zaman tuğranın gelin duvağı gibi bezemeyle örtüldüğü muhteşem bir devre süregelmektedir.

Prof. Uğur Derman'ın "Hat San'atı'nın Kullanılma Sâhaları-5" yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 6
  • 25
BİR HATTATIN YETİŞMESİ
BİR HATTATIN YETİŞMESİ

XV. asırdan kalma bir minyatürde Yâkutü'l-Musta'sımî'nin (ö. 1298) talebesine hat meşk edişi.

Hüsn-i hat tahsiline -eğer ayrı hocası varsa- mahalle mektebinden îtibâren başlanır ve çocuğun kābiliyeti yoklanırdı. Küçük yaşlarda güzel yazı ile uğraşmak, o zamanlar ayrıca resim dersi verilmediğinden, göze intizam ve güzellik terbiyesini verdiği gibi, istidadı bulunanların ilerde şevkle bu san'ata eğilmelerine vesile olurdu.

Yazı öğrenmek için bir hocaya başvurulunca, hocanın, talebesine çalışmasında örnek olmak üzere yazdığı satıra meşk, buna bağlı olarak yazı öğrenmeğe meşk almak, öğretmeğe de meşk vermek veya meşk etmek denir.

Prof. Uğur Derman'ın "Bir Hattatın Yetişmesi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 7
  • 25
YAZI DEHASI: ŞEYH HAMDULLAH
YAZI DEHASI: ŞEYH HAMDULLAH

Şeyh Hamdullah'ın nesihle yazdığı iki kıt'alı murakkaası

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde hat, Abbâsîler devrinin (850-1258) hat üstâdı Yâkûtü'l-Musta'sımî (ö.1298) üslûbuna tâbî idi. İstanbul'un fethinden (1453) sonra yerli ve millî bir üslûba bürünen aklâm-ı sitteye bu hüviyeti kazandıran Şeyh Hamdullah isimli yazı dehâmızı tanıtarak başlıyoruz. İlim tahsîlinin yanısıra, hüsn-i hatta da alâkası artınca -o sıralarda Amasya'da bulunan- Hayreddin Mar'aşî 'den (ö.1470'den sonra) Yâkutü'l-Musta'sımî (ö.1298) vâdisinde aklâm-ı sitteyi öğrendi; eski üstadlardan Abdullâhü's-Sayrafî'nin (ö.1344'den sonra) yazılarını da dikkatle inceledi. O esnâda, Fâtih'in şehzâdesi Bayezid (saltanatı: 1481-1512), Amasya Sancağına vâli olarak gelmişdi. Gerek Mustafa Dede'ye, gerekse oğluna karşı yakınlık duydu. Hamdullah Efendi'den hüsn-i hat öğrendi. Hattâ, babası Fâtih Sultan Mehmed'in husûsî kütübhânesi için bâzı eserleri de ona istinsâh etdirdi.

Fâtih'in 1481'deki ölümü üzerine, Şehzâde Bayezid, Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul'a geldi, hocası Hamdullah Efendi'yi de buraya çağırdı. Hareminde ona bir yer verip, "saray kâtibi" ve "yazı muallimi" olarak, hüsn-i hatla istediği şekilde uğraşmasını sağladı. Yazarken, Şeyh'in hokkasını tutar, rahat etsin diye sırtını yastıklarla beslerdi.

Prof. Uğur Derman'ın "Şeyh Hamdullah" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 8
  • 25
AHMED KARAHİSÂRÎ
AHMED KARAHİSÂRÎ

Karahisârî'nin Kānûnî Sultan Süleyman için hazırlamağa başlayıp da bitiremediği muhakkak, sülüs ve nesih hatlarıyla yazdığı mushafdan bir sahîfe.

Ahmed Şemseddin Karahisârî, Afyon Karahisar şehrinde doğmuşdur; doğum târihi kat'î olarak bilinmemekle beraber, doksan yaşına yaklaşdığı 1556 yılındaki vefatı göz önüne alınırsa, 1470 öncesinde dünyaya geldiği hesaplanabilir. İlk hocasının Fâtih devri hattatlarından Yahyā Sûfî (ö.1477) olduğu rivâyeti varsa da, bu, târîhen imkânsızdır. Bâzı eserlerinin imzâsında görüldüğü gibi, talebesi olduğunu belirtdiği yegâne hattat Esedullâh-ı Kirmânî'dir (ö.1488). Yazıyı nerede öğrendiği belli değilse de, hocasının o yıllarda Anadolu'ya veya İstanbul'a geldiği muhakkakdır.

Karahisârî Ahmed Efendi, Osmanlı ülkesinde Yâkut yolunu daha da gelişmiş olarak yeniden canlandırdığı için "Yâkut-i Rûm" (Anadolu'nun Yâkut'u) lakabıyla da anılmışdır. Hattâ ömrünün son yılında (1556) "Yâkut kāidesi üzere yazdığını" belirtdiği çok ince nesih hattı ile bir mushafı da vardır. Ancak, Karahisârî'nin ihyâ etdiği bu yol, Şeyh Hamdullah üslûbu karşısında, bir nesil sonra unutulmağa doğru kaymışdır. Bunda, Yâkut tavrının devrini kapamış olması kadar, aklâm-ı sittenin sâdece sülüs, nesih ve rıkā' nev'ilerinin Osmanlı zevkıne uyması da rol oynamışdır, denilebilir.

Prof. Uğur Derman'ın "Ahmed Karahisârî" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

  • 9
  • 25
İMAM MEHMED EFENDİ
İMAM MEHMED EFENDİ

İmam Mehmed Efendi'nin hikâyesi anlatılan mushafının tezhibli serlevhası.

Genç yaşında ilim ve san'at tahsîli için İstanbul'a gelen Mehmed Efendi, hıfzını tamamladıkdan sonra Hasan Üsküdârî'den (ö.1614) Şeyh Hamdullah (ö. 1520) üslûbundaki aklâm-ı sitteyi meşkederek mezun oldu. İmzâlarında "Muhammedü'l-İmam" künyesini kullanan hattatımız, kaynakların tesbîtine göre haylı mushaf ve evrâd yazdı; lâkin sınırlı sayıdaki eseri zamânımıza kadar gelebilmişdir.

Bağdad'ın fethinden sonra Pâdişah İstanbul'a döndüğünde, Mehmed Efendi, henüz tezhîblenmeden bekletdiği cüzler hâlindeki mushafını Saray'da IV. Murad'a sunduğunda, eseri dikkatle inceleyen Pâdişah, kendisine : "İmam Efendi, bu mushafın sonu, hattı îtibâriyle baş tarafından daha hoş olmuş, niçin mutâbık değil?" diye sorar. Mehmed Efendi, hattın tabiî olarak yazıldıkça açılıp güzelleşeceğini söylemek yerine, "İlk kısımları Bağdad fethinin kalp çarpıntılarıyla, son kısımları ise fethin ve dönüşünüzün sevinci hayâliyle yazıldı" karşılığını verince 1000 altın daha ihsâna nâil olur. Müstakîmzâde bu hâdiseye hayretini "Satılır bir sözü bin dînâra!" mısrâıyle belirtiyor. Mushafın bitirildiği târih olan 10 Cemâziyelâhır 1048 (19 Ekim 1638) ve lâyıkıyle tamamlanamamış tezhîbi gözönüne alınırsa, anılan eserin bu olduğu düşünülebilir.

Prof. Uğur Derman'ın "İmam Mehmed Efendi" ile ilgili yazısının devamını okumak için tıklayın.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN